seviyorsak bi bildiğimiz var etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
seviyorsak bi bildiğimiz var etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çarşamba, Mart 24, 2010

doğdun, batma.



o kadar özel bir isimsin ki sen, hiçbir ek yanaşamıyor yanına.. bir "kesme işareti" lazım sana sokulmaya...sadece ilki değil, her harfin "büyük" senin... tüm cümlelerin öznesi, tüm imlaların kılavuzu, tüm rakıların suyusun... gecenin bir vakti susayınca su getirensin... sabahın omleti, akşamın demi, yüksek rakımlı bir şehrin şafağı, bir zamanların "aşkı"sın... Arsen Lupen'deki "Hysteria", Bakırköy'deki uçak sesindesin.... belli ki çıkmamışsın, üç yıl önce girdiğin yerdesin...

senin uzayınca kızıla dönen sakallarının rengi başka türlü, mavi yaşil gözlerinin "ışık geçirgenliği" büyük, kocaman hatta... Eminönü'nden Haliç'e bakarken gözlerini kısmandan bilirim.... ben senin söylemediklerini, kurmadığın cümleleri, dolaysız tümleçlerini, nesnelerinin en belirtisiz ve hatta belirsizliğini bile severim.. hep de severdim.

"isminden belli" iyiliksin...

sözüm var balıkların üstüne mum dikmeliyim senin için... unutmadım, 3-2 öndesin... o elma çayından içmelisin, eski bir doğumgünü hediyeni açıp bakmalısın bu akşam kendin için; çünkü sen ordaki kedisin, çünkü biz hep Galatasaray Lisesi'nin önündeki iki "meraklı" beşeriz eninde sonunda... "elimizle koymuş" kadar rahat bulduğumuz..

çok mu "yazım yanlışı" yaptık, çok mu bozduk anlatımları, ben mi çok konuştum, sen mi hep gereksiz sustun.. sormuyorum...
düşünmüyorum.

dost adaylarının en güzeli,
sevgili Barış, ve hatta BARIŞ,
öyle iyi ki doğarsın ki sen....
öyle iyi ki varsın ki...
bir sen bilirsin bir ben.
d.

Salı, Şubat 23, 2010

the kid

İçtiğim hiçbir sigaranın külü rüzgarıma dayanamaz… İçime çektiğim hiçbir nefesin izini bırakmam ardımda o yüzden… Tüm delillerimi hava alır, toprak alır: toz olur duman olur eninde sonunda…Ciğerime giden duman kar kalsın sana.. Ben artı bir yanılırım en fazla, artı birkaç bardak ağlarım burnuma, artı birkaç bardak alkol daha katarım kanıma, üç satır daha fazla, bir miktar tecrübe daha…. Esastan değil, usulden bozulur rüyalarım; .....

Olsundur….

Çünkü “nerdeyse” kısmı çoktan aşılmıştır….

Perşembe, Ocak 21, 2010

taştan çağım

Cilasız bir taştan çağ’ım, kalbinden parça aşırdım, köşelerini aldım, yonttum, önüme koydum… günler gece oldu, tan’lar güneşe teslim, sarılar siyah oldu… sıcak soğuk oldu, dediler ki kış oldu… üç – dört kez 365 oldu… dönmekten başım döndü, durdu dünya bana acıyaraktan…

Yonttuğum taşıma baktım, sen yokken… demek ki ben her gündüz ve her gece yonttuğum taşıma baktım… demek ki iyi baktım; büyüdü.. nerdeyse gerçeği gibi oldu… nerdeyse kan pompaladı, atan ve toplayan damarları vardı.. pislenen kanları topladı, temiz kanı attı… can yaptı….

Nerdeyse…

Oysa o…

Taştı.

Senden taşan bir parçadan yaptığım cansız bir oyuncaktı… Sen kendininkini bir başkasına vermişken, ben ihtimal dışıyken, sen iyi ya da kötü günde fark etmez herhangi ve her günde bir başkasına el vermişken, ben taşımı cilaladım….

Taştan kocaman bir kalp yaptım.

Nefes aldırrtım.

Ve sen ona bile el uzattın… bana uzatmadığın eli, ona uzattın….

Oysa ben demiştim ki sana:

KIRMA!

Kıracaksan,

Onunla kırma….

Parçası kalır geriye… Ne “var” olur, ne “yok” olur sonra….. Var olma ihtimalinden geçmişim zaten, yok olma hakkımı elimden alma..

“Muktedir” kıl beni,, Kendi kalbimi kendim kırarım ben, sen bırak o elindekini, sen bırakmışın zaten kalbindekini, beni; bırak dönsün kan içimde.. pislenip pislenip temizlenen kanım bende kalsın müsadenle….

İşte o yüzden..

Kıracaksan..

Kırma.

Biraz daha parçalara bölünmesin…

Ya kalanları da temizle, ya hiç elleme….Yanılmamak için deneme… Ben ya da biz.. ve hatta bizler kendi “taştan çağımızda” yaşamaya alışmışken çoktan, sen elindekini içime içime vurma…Sen gelip geçersin, gelir geçemezsin en fazla, vurma ona…

Bakma öyle bana…

Kırma.

Bana bu kadar olumsuz emir cümlesi kurdurtma..

dedim.

Dinlemedin.

Şimdi geriye kovalar akrebimi yelkovanım. Ters akar kumlarım. Şimdi ben yontulmuş bir çağ’ım…. Aslını kırdın, suretini kırdın, yetmedi taşı parçaladın… “paramparça”ladın… önümde yonttuğum kalp parçalarım, taştan bir mezbahadayım….. tüm karlarım eridi, içim ısınırken, gözümden çıkan yaş oldu… boşa geçen ay oldu, yıl oldu…. Yere düştü, çamur oldu..

Her yeni çağ’da mevsimler değişti…. Her yakın’laşan çağ’da az daha büyüdüm…. Zaman sana uzaklaştı, bana her gün 21 Aralık oldu… beynim hipermetrop, önünü göremez oldu… duvarlar ördüm günler içinde…. Bir ters bir düz koydum taşları, sağlam ördüm duvarı… senden sonra bazıları içeri girdim sandı… her ayak izinde az biraz senin 43 numara nike’ların vardı…her E harfinde bir engin yazardı… birkaç giysin vardı, atamadım hala, evde kaldı… kimse de farkına varmadı…

İşte sen bir kırdın…

Bir kırdın…

Ben böyle oldum.

Taştı…

Taşa bile acımadın.


çizim için: www.konurkoldas.com
sadece çizim için değil... aklıma getirdiği şeyler için de... konurkoldaşdotcom.... :)

Salı, Mart 31, 2009

sukunluklarım

Hayallerimi güzel yapan ne biliyorum..
Gerçek olmamaları.... hayatla ilgili olmamaları yanında, "hayat üstü" bir gerçeklikle yaşanmaları.. sanal değil sanılan bir gerçeklikle dokunduğum ellerin, gördüğüm gözlerin, işittiklerimin - ve düşündüklerimin hatta - bir film gibi izlediğim ve bitince birilerinin düğmesinden kapayacağı bir televizyon hesabı ellerimden kayıp gideceğini bilmek var ya...
var ya..
sen bilemezsin.... o "olmayışın" verdiği biberli tadı.... gözlerimdeki yaşı... zaman zaman çıkartmayıp içeri akanları... o bile bilmezken, sen yanından bile geçmezsin...
sevgimle büyüyen saygımdan olsa gerek sıkça susuyorum..
anlamıyor.
sanıyor ki, içimde birkmiş bir şeyler var.. bir huzursuzluk var...
oysa.. bilse... bilse ki yegane sebep "gitmek"...
çünkü.. ya gideceğim ya gidecek...... şanslıysak, bu sevgi ya ondan ya benden önce gidecek... değilsek.... değilsek buraya gelenler okuyacak satır aralarında.... bundan önce yalnızca bir kez tanık oldukları gerçek mutsuzluğun katlanmışını, ıslak paragrafları, bedenimin sol yanından çıkan, sol el ile yazılan, rakı dolu sigara dolu yazıları... "vah vah" diyerek... iyi ki benim başıma gelmedi diye sevinerek okuyacak....
oysa o sanıyor ki... tehlikeli suskunluğumun altında bir huzursuzluk var en kadınsal haliyle...
ama yok.. böyle basit böyle küçük bir sebep hayallerimi kafama geçiren... durduk yere sesimi soluğumu kesen...
bak ne kadar basit olabilir anlatayım sana:
bir gün bana böyle gülmeyecek...
bir gün uyandığımda olmayacak..
bir gün uyandığında olmayacağım...
bir gün iki tane çıkardığı sigarasının birini uzatmayacak bana...
yakmayacak ucunu...
sarılıp dans etmeyecek.... "istanbul istanbul olalı" demeyecek....
o gün istanbul bile olmayacak zira...
o gün ne bursa ne ankara.....
o gün ne mutluluk ne kahkaha..
yalnızca rakı ve sigara...
anlamadıysan daha...

bir gün balık yerken solumda o olmayacak...
kendi kendine türküler mırıldanırken duymayacağım...
uyurken başının sağına dokunup dalmayacağım ona....
favorilerini okşamayacağım....
ölmüş gibi çıkacak hayatımdan....
ölmüş gibi gömecek beni geçmişine....
gelmişine geçmişine...
biz farklı bir A ve B noktasında iki araç olacağız hareketsiz duran...
mesafeler uzayacak aramızda...
zaman uzayacak...
insanlardan görmez olacağız birbirimizi...
ya gideceğim... ya gidecek...

işte böyle bir şeyler geçer aklımdan sevilenim... ama bunları sana anlatmak ne mümkün.. yazmak bile bu derece zorlarken...... ses vermek ne mümkün...

dibinin notu bir: ne demiş cem adrian.... "gitmek yenilmek değildir, kazanmak da... gitmek gitmektir işte... hepsi bu....."

32



doğumgünümdü evet.....

Pazar, Mart 22, 2009

,

almadan vermek kime mahsus... herkes bilir di mi... inançların ve matematiğin birbirinden çok da bi farkı yok aslında.. her ne kadar birine "müsbet" dense de... ikisi de ilim işte... inanç denen şeyin de bir sonucu, bir sağlaması var.... bir tersten gitmek, bir cevaplardan denemek.. deneyerek yanılmak, şanslıysan da bir sonuca varmak gibi güzellikleri var...
O'na inanmak, kendine inanmak var...
bir de duyguya inanmak var...
o sakat işte..
onun garantisi yok zira... onun sağlaması sağlam değil işte... gidiş yolundan da puan vermezler adama... çizerler üstünü yanlışsan... en tükenmeyen kırmızı kalemlerle bir çizik olursun en özensizinden beyaz beyaz kağıtlar üzerinde.... bir tomarın arasına girer, iki yıl saklanacak arşivlerin raflarında unutulursun...
doğruysan... bir artı olursun... en fazla bir 10 puan.. en fazla bir tebessüm... bir başarı göstergesi... bir 50, bir 60 ya da 70'in parçası.... toplama etki eden en fazla iki basamaklı bir sayısın....
ya günün getirdiği güzeli göreceksin, ya dünden arınıp bugün ile sevineceksin, ya yarına bakıp azıcık sulandıracaksın gözleri, boşvereceksin - ki zaten boşvermişsin - herkes geçmişe bakıp dökerken sularını sen neden geleceğe acıklanırsın; onu da herkese anlatamazsın... elindekine bakarsın.. bir marjinal fayda hesabı yaparsın... geleceği unutturacak kadar doldurmuşsa damarlarını, atar'da toplar'da, kalbe giren, kalpten çıkan her yolda o varsa, orayla yetinmeyip, kulaklarına, dudaklarına, avuçlarına da sirayet etmişse, ...
bazı paragraflar son bulmuyor..
bazı paragrafların sonu olmuyor...
bazı adamlar o paragraflara benziyor... bazı adamlar bir giriyor içine, bir hapsoluyor derinin altında derinlerine, üstünün çizileceğini bile bile, kırmızı kalemlerden tiksinsen de, o bazı adamlar, o adam gidene kadar seninle...
o paragraf yarım kalmaya mahkum da olsa.. bu geceki gibi ağlatsa da, o geceki gibi güldürse de.. gidene kadar seninle diyorum işte....
daha önce de yazdığım üzere..
toplamanın sıfırı, çarpmanın biriyim.. belki de etkisiz elemanın biriyim.....
ya cümlesin ya paragraf içimde.. düşünmedim.. düşünmek gelmez işime... sen anlamayacak olduktan sonra da zaten ne kadar kelime varsa hepsi girer döner kendime...
virgül.....................

Pazartesi, Mart 16, 2009

3 ve 2 'nin arasında bir adam....

bir de soruyor...
utanmadan... sıkılmadan...
düşünmeden...
tüm şımarıklığıyla, en güzel gülümsemesiyle - tahminimce - soruyor....
acaba nasıl bir yanıt bekliyor...
bana "32 yıllık hayatının neresindeyim" derken..

öğretmeniz ya... soralım soruyu, çoktan seçtirelim.. a'sı b'si olsun.... şıklardan biri "hiçbiri" olsun.. bir diğeri "hepsi"........ soruları da bilsinler, cevapları da... ama hangisi benden çıkmadır tahmin etsinler.. tüm kopyalarımı alın.... kağıtları değiştirin.. elinize avucunuza yazın..... sonra silinmeden iyice bakın...
bu kadının hayatının neresindeymiş bu adam...

soru 1: 32 yıllık hayatının neresindeyim?

a. ortasında, sağında, solunda.. ne bileyim..... çok da geometrik bir şekilde düşünmüyorum seni... sen daha çok bööle daireden bozma.. alttan çekilmiş... kırmızıyla tasvir edilen.. ne kadar tasvir edilse de cümleden taşan, paragrafa sığmayan.. o kan pompalayan organı doldurmuş haldesin... kim hatırlar bir kere yazılmışlığı vardır onun burda.. "bir taraftan bakıldığında diğer tarafı görünen.. saydam, camdan... bir kırmızılıktan öteye gidememiş, yürek mertebesine varamamış demiştim" doldu içi şimdi... doldu diyorum aloooooo....... artık cam değil... artık bakınca bir harf görünüyor... bir isimde üç kere yinelenen bir sesli harf o bu bedende...... o yüzden sorma bana neresinde....

b. 3 ve 2'nin ortasında..... hah işte tam da orda.. evet evet..... anladın mı.. anlar mı.. anlar mısınız... böyle tut beni.. çek iki yana..... koy onu ortaya... onlar basamağını mı alırsın. birleri mi.. onları 3 le çarp araya sevdiğimi koy... sonra kapat üstünü birler basamağıyla hapset.... çıkamasın... böyle mantı kapar gibi.. dolma sarar gibi.... çıkamasın... yesin bitirsin en fazla.... ama kalsın olur mu.. söyle kalsın... o başkasına benzemiyor..... üçlerimde ikilerimde kalsın... kıpırdamasın... ben onsuz nefes falan işte bilirsin.. zor.. çok zor...

c. bestemin başında ve de ortasında.... çok dizekli bir sayfanın en sonunda... sağ elim onu çalar... sol elim onu yazar.... şarkım olur, ses tellerim onu söyler, yankılandırır 1198 km ötede... üstünden geçerken şehirlerin bir bir; kafasını kaldırır beşerler, dinlerler, dinlerler.... o benim bestem... benzemez başkasınınkine...

d. en çözemediğim problemimde... 21 Aralık hesabı, en uzun gecede.... 32 yıl x 21 Aralık kere içimde... yaşlanmadığım ama yaş aldığım otuz artı iki'mde... bir ihtimal siler yaşlarımı diye elinin tersiyle...

e. çok e. bilemem nasıl bir e. güzel e. adam e. hiçbiri değil; hepsi e.

Pazar, Mart 15, 2009

e.



ben bir şey yazdım.... ben zaten habire bir şeyler yazıyorum..... bu sefer bi mektup.... 2 hafta falan önceydi... buraya koyup koymamak konusunda da kararsızdım..... paylaşmadan edemedim.... sonunu koymamakla birlikte.... büyük bölümü burda... buyrun...


Sevgili sevdiğim...

Bilirsin ki ben kendimi en iyi bu şekilde ifade edebilirim... yazarak..... bunun bir güzelliği daha var.. unutunca tekrar tekrar bakabiliyorsun.. ben ki söyledikleri ya da düşünceleri kolay kolay değişmeyen bir kadın; güvenebilirsin bana.... şimdi okuduğun şey anlık değildir.. bundan sonra da böyle olacaktır... sana dair ne varsa içimde söyleyeyim ki bitsin.... bitsin ki ben sana bir daha anlamak ya da anlaşılmak adına dil dökmeyeyim..... sen istedikçe bak... istediğince anla....

bölüm 1 - sen

Sen farklısın.. defalarca da söylediğim üzere "erkek"sin sen.. bak ben bugüne kadar çok sevdim.... içim anılarla dolu benim.. ama hiçkimseye erkek demedim... hiçkimseye sevgimi anlatırken sen erkeksin demedim... bu benim için her şeyden özel her şeyden değerli... sana bunu anlatabilmek için de yeterince konuştuğumu sanıyorum... elimi tutarken, sevişirken, yemek yerken, rakıma su koyarken, sigaramı yakarken, kulağıma fısıldarken, yalım abi çalarken sen söylerken... erkeksin.. erkeğimsin. Sen, hala güzel kokan papatyalardasın, enginde yavaş yavaş'tasın.... gülün solmayan minesindesin aynı şarkıdaki gibi.. sen, saçlarını yıkadığım banyodasın bazen, ya da... uyurken karanlıkta yüzüne bakarak konuştuğum yataktasın.. karanlıklar bir süre sonra aydınlanır bilirsin... insan gözü karanlığa bakarken bir süre sonra nesneleri görmeye başlar.. sen, karanlıkta gördüğüm yüzsün... o gece deftere yazılan cümleler, paragraflarsın.... sen, 35'lik bir rakının üstüne içilen iki birasın.... son darbeyi vuran.... bilmem ki yeter mi bu kadar benzetme sana... anlar mısın..

bölüm 2 - ben

Ben farklıyım... "ben" hakkında bilmediğin ne kaldı bilemem... beni yanlış tanımış olamazsın... "eksik" tanımış olabilirsin en fazla.. onu da bir ankara gecesinde telefonda "bıktım senin gibilerden" dediğinde anlamışımdır belki... ya da uykunda bakarken gelmiştir... tam zamanı yok bende... şimdi ne desem boş... ama biliyorsun sen beni... bir yıl önce seni istemezken de açıktım sana... bir ay önce sana açarken kapılarımı da.... gerçeklerini öğrendiğimde verdiğim tepkide de... -ki bilemem bir başkası daha mı kolay kaldırırdı- yolda olduğun gece yolladığım mesajlarda da.... "seviyorum" demekten çekinmem.. aşığım bile derim sana hatta.... sevdiğimi, sevmediğimi, gelmişi, geçmişi ortaya dökerim.... kendimi de kırsam, gurura da sallasam farketmez... tutkularım var benim.. değerlerim var.. düşüncelerim, doğrularım... doğrularımdan da çok, yanlışlarım var... dört yanlışa bir doğruyu götürtmediğim bir de hayatım var.... sana iki haftada döküp saçtığım, paylaştığım, sırf beni tanı, bak ben buyum demeden de, konuşmadan bile belki zaman zaman.. anlamanı istediğim bir "ben" var...

bölüm 3 - biz

Biz farklı mıyız bilemiyorum.... "biz" üzerine çok düşünmedim... o yaşanarak görülecekti.... sonu olmayan da olsak, yanlış da yapsak, "dün"den arınmış, "yarın" dan uzak "bugün"ümle geldim ben sana.... ve sen bana.... belli ki bıkmışlığın var... belli ki üzülmüşlüğüm var... belli ki sağlam tutmuşsun elimden kısa zamanda... anlamışım ben seni.. sen içip aramışsan.. ben içip içip sana anlatamamışsam... "biz" e bir şey olmuş.. biz olabilmişiz...bundan sonra da yol nereye götürürse götürsün bir yerde birimizde hep "biz" olacak.. .sen klarnet gördüğünde, ben keman dinlediğimde....sen ıspanaklı börek yediğinde... ben barbun yediğimde.... eti cinde... kısa parliement'te.... bursa deyince.. lodos deyince.... gelmez mi... gelmeyecek mi....

bölüm 4 - e sonra...

Ben sonrasını bilemem sevilenim.. ben sonrasını bilen olmadım hiç bugüne kadar...

bölüm 5 - sonuç

Sonuçları bilirim.... kendimi bilirim.... meslekten olsa gerek... her problemin her sorunun sonunu bilirim.... seni bilemem bir tek..................................................

bundan sonrasını bilmeyin.
d.

Çarşamba, Şubat 11, 2009

gökten düşebilecek maksimum elma sayısı

ayak seslerinle bütün camlar pencereler inerken…
bir veda saçlarımdan tutup beni yerlerde sürüklerken...
yüzümde ne acı ne keder sana son kez bakarken... CA.

var yaaa..... aslında beni seviyor... seviyor da... hani şimdi o biraz arızalı ya... ( hangisi değildi ) şimdi söylemiyo....
hem var yaaa..... bak aslında bana değer veriyo acaip.. ama değer verdiğini göstermek zayıflık belirtisi ya... teslimiyet ya.. bazı bazı bir şeyler diyecek gibi oluyor... sonra tutuyor kendini.. anlıyorum ben onu... kaçar mı benden .....
hem bak uyurken bana döndü..... hani hep arkasını dönerdi... rahat uyuyamazdı ya... bana döndü yaaa..... hem ellerimle oynadı durdu.... dedim sana... dedim ben..
özlüyor.... cidden bak... ya özlüyor diyorum .... ben onu gidince anlıyorum.... şimdi belli etmiyor... eder mi.. erkek o.... sana bana benzer mi...
hem bak ilk kez emek veriyorum birine... bak aşk meşk demiyorum... emek ve sabır diyorum.... aloooo.... sabır diyorum.... susmak diyorum... zaman diyorum... daha önce dediğime bakma sen... bu sefer sadece demekle kalmıyor aynı zamanda yapıyorum da.... emek verilen şey kelek yapar mı adama kızım...
söz verdim kendime.... yasak olan hiçbir şeyi de söylemedim bak.... mesela o gitti... kapıyı kapayıp odasına gidip üstünden çıkardığı t-shirt'ü falan kokladım ama ona çaktırdım mı.. hayır... katladım, topladığım yatağın üstüne koydum özenle.. hiçbir iz kalmasın diye kokumu da aldım yanıma.... o yatağın üstünde oturdum öylece.... evinin merdivenlerini inerken ayak izimi bile sildim... belki bu son olur diye...
bak diyorum sana..... ben anlarım ya... valla bak.... valla diyorum kızım... onun içine yer ettim ben...
o da düşünüyor beni.. yokken ben....
derken
bir baktım...
ne emeği... ne sevgisi.... eşit pay ve paydadaki dürüstlük ve benciliği.... başka da yok bir şeyi....
belki o yüzden... belki de kankitom vurdu kafama beyin kafatası içinde yerine oturdu bilemiyorum.... ya da kendimle kalmak... düşünmek falan.... içim içinden çıktı dün gece....
bu işler beni çok yormuş be doktor....
çünkü...
var ya...
ya seni beni düşündüğü falan yoksa.... ya umrunda değilse... ya adam doğru söylüyorsa... senin gördüğünü sandığın şey bir adet "hiç"ten ibaretse...
yaaa...
öyle koyarlar adama işte.

bir şehri bir tekmeyle benim üstüme yıkarken…
bir dua dudaklarımdan düşüp paramparça olurken… CA

Perşembe, Aralık 18, 2008

fena

koymayacaktım..... dayanamadım............ bunu da bilin anasını satayım..... artık çekiliyorum bir müddet..... under construction.... çok yorgun zira....


Ne desem………………

Nasıl olsa inanmaz bana…

“Kış” da desem….. olmayan beşinci bir mevsim de koysam 12 ayın arasına…. Kendimle çarpsam…. Alkol katsam…. Yalnızlık çıkarsam….. üç güne bölsem.. gene de bilmem kaç vakte kadar yol görünmez bana…..

O ve bu yüzden hiç bahsetmeyecektim….

Bir kez olsun tutacaktım hiçbir şey yapmadan kendimi… olmadı.. olamadım.. olduramadım… erkenim geçim yok ki benim…. Öncem zaten yok.. her gün bir milat; sonram görünmüyor sihirli bir kürem yok….

İfade etmek de zor… zira muadili yok….

Aşık desen değilim.. hani her gözümü kapadığımda önünde bir “o” da belirmiyor… bu duygu beni bugüne dek bir yere götürmedi de zaten… çok eskiden yazılmış şiir taklidi satırlarda kaldılar.. zaman aşımından yok oldular…. Hani “çok seviyorum ulan seni” de değil…. Daha önce yazılan bir yazıdaki gibi “sığınılacak liman değil sevilecek adam” benzetmesi yapılabilir…. Erkek böyle oluyormuş çünkü….

Mesela…

Madem klasik olarak anlatamıyorum kendimi…şöyle diyeyim…. Evinin merdivenlerini sevdim onun…evi kaybolmadan bulabilmeyi sevdim… ( ki ben ve kaybolmamak J ) zor açılan dış kapıyı tek hamlede açabilmeyi sevdim…. Sonracıma…. Balık aramayı.. yıkamayı.. ayıklamayı.. pişirmeyi sevdim…. O balıkları yemekten ziyade onun yemesini izlemeyi sevdim…. Hatta onun kardeşinin yemesini bile sevdim… battaniyeye sarılıp call of duty izlemeyi sevdim…. Biraz daha kalsam TV izlemeyi bile sevebilirdim… duşta soğuyan suyu sevdim… bir gece yarısı ona gidebilecek kadar rahat ve yalın hissetmeyi… anlatabilmeyi.. anlaşılabilmeyi…

ve tüm bunlardan daha da ilginci… hayatımda ilk kez bu sevmeleri abartmadan hissedebildim…. Hani karidesler var ya sık bahsettiğim.. kalpleri beyninde olan yegane hayvanlar… öyle oldu aynen…

belki de bu sakinliği, ya da durulma hissidir beni bu derece çeken… dedim ya nasıl olsa inanmaz bana.. bir etiket var üstümde hak ettiğim üzere… kadın deli gibi yaşıyor.. her önüne gelene bağlanıyor… şimdi ne desem .. ne o ne onlar hatta sen bile inanmazsın…. Ne aradığımı.. aramadan bulduğum anda gelen bu heyecanın ne denli yerinde olduğunu… sırf bu yüzden içimde tutmak gibi bir karar verdiğimi.. ama özümle çelişemediğimi, onunla kavga etmek yerine söyleyip çekilmeyi uygun gördüğümü anlatsam da sayfa sayfa, anlamaz….

Yaşam zaten karman çorman… ben o yüzden hep basit düşünmeyi seviyorum…. Günler zaten yoruyor… bir de insanlar yormamalı birbirini…. O yüzden ondan hiçbir şey istemiyorum…. Sırf bu kadın benle birlikte oldu, birkaç gün geçirdi… oyunu bozdu denmesin diye…. Susma hakkımı kullanıyorum…. Çünkü huzur verdi… yıpratılmayacak kadar güzel bir erkekti… onu karıştırmamak lazım…. İstediklerine saygı duymak lazım… içimdekileri döküp saçarken onun eline ayağına batırmamak lazım… kırılırsam da ona batıp kanatmamam lazım.. bulunduğum noktadan farklı görünüyorsam onu bir an önce silmem doğrusunu yazmam lazım… boşluklar varsa cümlelerimde, hemen “fill in the blanks” yapmak lazım…. Çünkü bu kadın da kendini yükseklerden derinlere atmaktan gördüğü hasarı kolay gideremiyor artık…… ne abartıp kendini kaptıracak, ne hata yapacak ( ki yanlışları götüre götüre doğruları kalmadı ) belki de en doğrusunu seçerek.. içindekini saklamadan susacak……….

Bana inanmamak için çok sebebi var…. Kaçıp kurtardığı, yıprandığı şeyin hemen ardından hissettiğim huzur sanılır sebep… yanılsama ihtimali katılır hesaba.. ama rakıya katılan su değil bu… benim dengesiz görünen her kararım son derece net, ani görünen her cümlem en az bir paragraf öncesini içeriyor… ama anlatamam ki kendimi.. .saat çok geç bende… ben ona bir şeyim.. ama anlatamıyorum ki… yok işte… ne desem inanmaz ki.. belki bir tek şekilde inanabilir bana… eğer o da aynı şeyleri yaşadıysa.. sadece sevişmekten değil dokunmaktan da keyif aldıysa… gün içinde özlediyse… meraklandıysa… vesaire vesaire ise….

Ne desem inanmaz bana…

Değiştirelim artık şu özneyi…. Ne desem inanmazsın bana….

Ve hatta…

Gizli olmasın o özne artık…

Ne desem “sen” inanmazsın ki bana…. İnandıramayacak kadar çok hata yaptım hayatımda… ve ne ironik ki bir çoğunu da anlattım sana kısa zamanda… ama içim dışıma çıkmış bir kere.. madem sen girdin içime sen de çık… sonra koyarım önüne kendine bakarsın o olur en fazla benden yana…. En azından ben kendime inanıyorum bu sefer… içimdeki şeyi biliyorum.. ne olduğundan ziyade ne olmadığını, ne yapacağımı değil de ne yapmayacağımı biliyorum en azından…. Ayaklarını yere bastırdım içimdeki kızın artık…. Henüz ve hala ayakları varken…..

İşte o ve bu yüzden… başladığımız noktaya dönersek….

Olabileceğim en açık halimle ellerimi çeneme dayayıp düşündüğümde…

Elimde…birkaç gün var huzur içinde keyifle geçmiş…. Elimde beni ben anlatmadan da anlayan bir adam…. Seviştiğim bir adam var…. Bana kalsa… ki bana kalmıyor genelde böyle işler…..bana kalmadığı için bilemiyorum belki daha fazlası belki azı belki hiç belki de her şey var…. Artık orasını da ben yazamam…

Tüm samimiyetimle –ki sanırım bir ondan şüphe etmez, etmezsin- senden ne istediğimi bilemiyorum…..ilk kez kendimi bir şeylere kaptırmadan.. yuvarlamadan yokuş aşağı, sakin sakin yürüyorum…. Senin bir şeyin olmak istiyorum ama bunu şimdi mi istiyorum.. ya da nedir o “şey” onu da bilmiyorum….. bu noktada kendimi tutuyorum…. Yeter de artar bile şimdiye dek çıkan…

Bilmem ki rüyasında senin öldürülmeni izleyen bir kadın imajı korkutur mu seni şu noktada.. ama bilirsin tanırsın beni az çok.. içimden gelmese, gelmesen.. yazmazdım… içimden çok gelmesen de tutardım olduğu yerde… ve aynı bilinmişliğe güvenerek, şu noktadan sonra senin üstüne gelmeyeceğimi, herhangi bir kaprisim olmayacağını, rahatladığımı…. Seni düşünerek ya da özleyerek bir müddet yaşayacağımı ama bunun suyunu çıkarmayacağımı… belki yarın senden utanacağımı…. Bu delilik dolu geçmişimle yanlış anlaşılmadan değerlendirilmek için bilmediğim tüm duaları okuyacağımı da tahmin edersin…. “deli misin be kadın” demen yaralar belki de….. “sen de her önüne çıkana aşık oluyorsun sana güven olmaz” demen öldürür muhtemelen…

Ve ilk kez bu kadar yoğun düşünüp yazdığım bir şeyi koymayacağım bloga… kimse bilmesin…. Sol elimle kalem arasında kalsın sahibine ulaşsın, beni anlasın.. yeter….

Bana kalsa… bana kalsa..ben sana neler neler derim sayarım da…

Noktalı virgül… geçmiş olsun bana…

Cuma, Kasım 28, 2008

3 ve 4

Çarşamba, Kasım 19, 2008

duman

ben bir adamı sevdim.. bir adamı "daha" demeyin lütfen... hepsini sevmedim ben onların.. bazılarını sevdim.... sadece iki tanesini bu kadar sevdim...
ikincisi için "sonunda" dedim... adını yazdım...
bu işin bir sonu vardır sandım...
insan ömür boyu sevemez... bir adam vardır... beklediğindir.. gelene kadar çektiğin ızdırapları unutturacak kadar güzeldir... silgi gibidir girdiği hayatta... tükenmeyen kalemlerle yazılanları bile siler... eline kalemi alır, kendini yazar... silgiyi de denize atar... bir haydarpaşa karaköy vapurunda....

"a man with curly letters in his name" dersin ona....
kendi evinde kendi odasında yazdıklarını anlamasın diye başka bir dilde bile yazarsın... çünkü o yazdığının sonunda söylediklerini o anda bilmesin.. bambaşka bir anda sen anlatmak istersin gözlerine bakarsın...

sinirini sindirirsin..
güzeldir çünkü..
dediklerini duymazsın bazen..
güzeldir o..
en önemlisini affedersin..
güzeldir o...

değecek gibi bir "değer"
duracak gibi bir "durak"
duyacak kadar "kulak"
vazgeçmeyecek kadar "aşk"tır belki de....

karga'daki biradan alınan ilk nefes..
sultanahmet'teki simit...
ethem efendi'deki gofretler kadar özeldir

ama
... ki neden benim her hikayemin bir "ama"sı oluyor bilemiyorum...
beni neyin üzdüğü böylesine bağırırken sokaklarda... neden o bir adam durup dinlemiyor...
neden hız kesmiyor
..

hadi her deliliğimi bir yana bırak
derin bir deliyim ben
en basitinden..
hadi itibar etme hiçbir dediğime de...
o adam neden..
ve hatta nasıl...

"gözüme duman kaçtı" dediğimde bana inanıyor.......................
anladın mı...

Pazar, Kasım 16, 2008

sth in foreign language - part I and ever

well.. how long has it been.. how many hours have been spent with you.. after so many hours of broken hearts.. so many heart breakers though I might as well be one of them.. how many have killed me or how many have I slayed.. since when have I lost my "absence" here... until..

until..
"a man with curly letters in his name" stoppped in my way.. right after I had stopped to believe.. then I started to beliveve you ( for those who don't know much grammar: the verb "to start" takes both gerund or infinitive ........ hahahahaahaaaaaaaaaaa ) - but this was something else

he was something else..
someone else...

now..
currently ...
at the moment ..
take all the synonyms that the present time has and multiply it with all the love I've got inside...
subtract the sons of bitches I had before..
add the salt.. add the pepper...


I have him...
and if there is ever to have me..
to dare to have me..
be able to possess me..
yes.. he owns me.

Pazar, Eylül 28, 2008

bir yazasım var ki....


bir yazarım... bir yazarım seni.... defalarca okuduğun geceki gibi etkiler benliğini.
bir yazarım seni... okuyanlar inananamaz yaptığına.. yanlışlarla ördüğün lego misali evlere, duvarlara..
bir yazarım seni.. şiire benzer.. buna benzer
bir yazarım seni... "one time" dinlerken ne hissediyorsan, yerden yüksekte ne yaşadıysan gecelerin köründe, ne dediysen, nasıl dediysen, toplanıp gelir de sen alırsın onları bir F92 hesabı dayarsın kendi böğrüne... kurtuluşun olmaz.. vicdanından çıkan kurşundan.
bir yazarım seni.. öyle bir yazarım ki... gözünden yaş çıkartırım... ne var ne yoksa anlatırım bir cümle ile..
bir yazarım seni... ne sesindeki pislik, ne yüreğindeki adilik, ne gözümdeki kin, ne içimdeki öfke kalır... ne var ne yoksa çıkartırız ikimiz de...
bir yazarım seni... öyle bir yazarım ki... yarım kalan her şeyimi alır senden geri...

sonra..
bir silerim ki seni...
yalanlarına inanacak dermanın da kalmaz..


dibinin notu1: valla ben efendi adamım bak:)
dibinin notu2: günümü mutlu eden.. kafamı dağıtan ulu önder'e de teşekkür etmeli içten içe.. ( yok be Atatürk deil.. bildiğin önder... )
dibinin notu3: nihayet.
ve 4: o resmi ben çizmiş olmak isterdim o o çizdi: dekersaint.blogspot.com

Çarşamba, Eylül 17, 2008

belirtisiz nesne

ya.. ya.. yok bi şey... hayat normal seyrinde ilerliyor...
bir hayat beni belliyor.. bir ben onu... iyi zamanlarımdayım... mutlu denir di mi..
ama..
kendine dert arıyo demeyin... bi anlayın rica edicem...
resimleri silemeyişimi anlayın... çok adamdan bahsettim.. birini bu kadar çok sevdim anca.. çok adamı deştim... deştiğimden çok deşilmiş de olabilirim..
ama
bir tek buna bu kadar ... işte o eylem.. hani kalple ifade edilen.. genelde sandığımız çoğunda olmadığımız.. oldurduğumuzda koruyamadığımız.. koruduğumuzda kaybolduğumuz.. gidilen ama gitmeyen.. ya işte çoluk çocuğun üstüne şiir falan yazdığı şey.. ben artık bahsedemiyorum ondan herkesin bildiği ismiyle...

oysa bazen.. her şey çok gerçek oluyor.. en gerçek oluyor.. gerçeklere bağlı "ben"i bile şaşırtıyor... sona o gerçek göz göre göre yalana dönerken.. sen - ben - ya da.. yalana inanmayı kabul edememekten olsa gerek ... inançsız kalıyoruz... kalıyorum.. boş..
çivi çiviyi söküyor da.. o beton çivisi gibi mübarek.. onun izine giren hiçbir çivi durmuyor.. hepsi bir bir düşerken... içindeki delik baki kalıyor.. bir günbatımında bisiklete binerken sahilde.. gözden çıkyor.. gözden düşmüyor.. düşemiyor...

dedim ya.. su bu... elime akıyor.. koluma akıyor... koşuyorum deli gibi gözeneklerden çıksın gözlerim yerine diye.. olmuyor... ne su birikmiş içimde .. durmuyor.. "yaşlar kurur zamanla" diyor başka bir canımın içi olduğu yerden... nerdeyse ona inanasım bile gelmiyor... ayçiçeklerini, korkuluğu ve kargaları düşünüyorum.. su... dolabı açıyorum.. ona ait bir şey var.. altlara saklasam da.. biliyorum... orda... su... yazdıklarıma bakıyorum.. en çok satırı o işgal etmiş.. gözlerim yanıyor.. şarkı da tetikliyor... su.... çoğu zaman gelmiyor aklıma.. tek teselli bu oluyor.. beni bir tek çok yakından tanıyanlar biliyor.. değmez derken... derlerken... belki de daha erken.. bilemem... ama işte böyle bir akşamda bile... durduk yere... durgun durgun.. su...

yaşa hayatını diyorsun... yaşıyorsun.. seviyorsun da üstüne.. dokunuyorsun da bir başkasına icabında.. güzel şeyler oluyor... bitiyor.. oluyor.. bitiyor... ölene kadar yaşıyor.. bir o ölmüyor... geliyor işte.. belki sabah gidecek... ama bu gece geldi işte.. yetmez mi.. bir kere bile gelmiş olması onu unutmuş olmamı yalan yapmaz mı...

herkes güzli öznelerden bahseder ... başka öğeler de var oysa... bir belirtisiz nesne var mesela.. adı var.. soyadı.. anlaşamadığı bir annesi... onu korumak isteyen bi ablası.. sevdiği bir yeğeni... izmir'de bir evi... istanbul'da bir toz gibi savrulduğu yaşamı.. geride bıraktığı 34 yılı... kadınları var... dağ başında içtiği rakısı.. sabaha karşı bir kadına sarılarak dinlediği keith jarret'ı... cüzdanında bir çikolata paketi var üstünde "do you love anyone enough".. yazan.. ona "no" dedirten eylemleri... onu bekleyen ama kaçtığı bambaşka bir şey var.. vardı... ve bu nesne'nin bir de maalesef başkasıyla bile olurken hala ona ait bir kadını var...

her şeyin bittiğini en iyi bilenlerden biriyim belki de... geçişsiz bir yüklemle kurduğum cümlede nesne de olamayacak elbet.... yakın olmalı.. ama bugün değil.. henüz değil... yarın olabilir... kasım'da falan olabilir... seneye belki... şimdilik sevebiliyorum... yaşayacak kadar... ama o gibi öldürecek kadar.. ona daha vakit vardır sanırım.

hiç utanmıyorum di mi...
en azından içimde man vs self tarzında bi conflict yok....
o var..
derinde bi yerde.. çıkıyor böyle.. suyla birlikte... varlığını reddedemeyeceğim kadar var...
olsun.. varsın olsun... ağlatsın ( bak su demedim ) öfkeye sarılmış kırgınlığımdan... canı sağolsun...

yalan olsun isterse... ne fark eder ben doğru olduktan sonra..
bana bir girmişse ona on girmiştir elbet....
hayat 30 yıldır benden yana....


Perşembe, Temmuz 17, 2008

..


bu sefer çizdiği şeyi çattadanak buraya koymaya yüzüm tutmadı.. ben ona en az elli kez dedim "olm sen çiz ben yazayım" diye ama o tembel işte tembel.. ben de nasıl olsa kızmaz diye çalmıştım bir kez ama ikincisini yapmak artık insanlığa da sığmaz di mi:)
o yüzden şuraya bakmanız lazım.. akademik dürüstlük böyle bir şey olmalı...
şunu yapmaya uğraşmadığım bir günüm olmadı.. belki de ondan habire kaybediyorum haberim yok:)
ha onun dışında ne yapıyorsun dersen.. bu "aklımın evine varma" sevdasından ve de artık kafamı hiçbir şeye toplayamadığımdan "bir kendime gelene" dek dolanıyorum.. bu dolanma mevzuunu zaten bilirsiniz ezelden beri sevdim:) bu aralar bir de amaç katınca tadından yenmez oldu.. önce memlekete gittim bi haftasonu.. bi boğaz.. biraz bira.. bir miktar eski dost falan.. sonu beter oldu.. dönerken gene sinir harplerine maruz kaldım..
sonra bir gün iskeleden geçerken.. "ya kaç senedir buraya geliyorum.. burada yaşıyorum.. şu feribotlara binip bi yere gitmedim" dedim.. kendimi ilk kalkanla denize attım.


ahanda böyle bi şey oldu... Avşa'ya gidiyormuş kendisi.. hiç de ıssız olmayan bir ada modeli.. ama ada fikri yetti.. 2 saat deniz üstünde öylece yol almak bile yetti hatta... gider gitmez tuhaf ve komik bi kadınla tanıştım.. Havva Ana.. heh.. bir yere yerleştim.. çantayı attım odaya.. bi de şey var orda.. tek kişilik oda vermiyolar.. hatta biri şey dedi.. "bir bay bulsana yanına.." yuh ama yuh.. ben niye gelmişim sen bana ne diyosun.. aynı bu noktada konurcandan bi arak daha yapıp iki mide çizimini mi şeyetsem.. yok yok..
neyse sonra hemen biralar alındı.. gün batımı var orda.. adayız ya.. kaçırmamak lazım.. valla gerçekten de güzel battı... onu batırırken birkaç defa asphalt world, cinema, bol tom waits.. bol keith jarret ( evet dinledim.. okuyosan duy sesimi:) - o gece sabaha karşı dinlediğimiz gibi değil ama dinleyebilmeyi başardım ) dinledim... şöyle oldu..


tabii dinlenen müzik ve gün batımı ruh halinin gene içine etti.. gidildi balık yenildi.. biraz iyi geldi.. ( ama bizim mutfakta son gece yenilen somona benzemedi di mi ) gün batımı önünde fotoğraf çektiren aynı ayakkabıları giyen çiftlere bakıldı.. tam vıdı vıdı yapılırken birden dank etti.. "pardon da.. çekirdekleri ve aynı ayakkabıları olabilir.. ama an itibarıyle kimler daha mutlu dersin".. sonra sustum. Biraz bisikletle biraz bisikletsiz dolandım durdum.. biraz daha içtim.. ( hem drink hem smoke manasında )
ve sabah oldu.. 5'te çıktım odadan.. 6 feribotu için iskeleye giderken.. bir çay içtim sahilde.. gün yeni aydınlanıyordu. Güzeldi.. Ya da hiç güzel değildi.. ya aslında bu günün saatlerine falan takmamalı bu kadar di mi.. mesela öğlen vakti üvey evlat mı.. hiç atraksiyonu yok diye sevmemek mi lazım:) tamam sustum..
bindim feribota döndüm işte o oldu..
tabii yetmiyor.. kendime getirmiyor... dün gece ordan taşıdığım şarapları içtim...
gene olmadı.. - e yalan yok olmadı napayım - öğlen kalktım ocaklar tarafına doğru bir bisiklet yolculuğu yaptım.. fazla değil 20 km falan.. o biraz keyif verdi..
yarın...
yarın falan da yok...

Perşembe, Şubat 07, 2008

yalansan yalanı severim

bir insan..
düzeltiyorum.. bir kadın..
düzeltiyorum ben.. ben nasıl aynı anda hem çok mutlu hem de ölesiye mutsuz olabiliyorum.. nasıl oluyor da hem çok özel hem genel.. hem uzak hem yakın.. hem aşık hem öfkeli olabiliyorum.. ve tüm bunların üstünde düşünüyorum tekrar tekrar.. hepsi var.. ne eksik ne fazla..
ve hepsinden önemlisi şu anda içmeden nasıl duruyorum.. sanırım gerçekten büyüyorum .. sonunda büyüyorum... biraz eninde sonunda tadında oldu ama oldu..
hatalar yapıyorum.. bilerek seçtiğim için sonunda hiçbir zaman kendime kızmadığım.. yırttığım.. kurtardığım hatalar yapıyorum.. ama bazen kafamı öyle bir karıştırıyorlar ki.. netlikten gerçekten yana hiçbir sıkıntısı olmayan bu "ben" bile durup kalıyor.. durup kalıyorum... ne gidiyorum.. ne dönüyorum.. hani bir yazı vardı taa ne zaman yazdığım.. mahallenin delisi hatırlar elbet.. "bir cümle kuruyorum.. başlarken bi yenisine nokta koymuyorum.. bir nefes alıyor.. bir noktalı virgül koyuyorum.. devam ediyorum kaldığım yerden.." böyle bir şey olmalıydı sanırım.. ama bazen öyle bir şey oluyor ki.. değil cümleme bir noktalı vürgül koymak, kendi yazdığım cümleme gelip başkası bir nokta koyuveriyor.. nokta koysa iyi.. üç nokta koyuyor.. ve sanırım yine yazdığım şeyi bir ben bir muhattabı anlıyor o kadar...
halbuki ben ona bir defter dolusu cümle adamıştım... burçlara bağlayan da var bu deli dellenmiş halleri zaman zaman.. bu sabırsızlık.. bu içindekini tutamama halini doğduğum güne bağlayan bir zihniyet de var aslında.. keşke ben de ona bağlayıp tamamen kurtarsam paçamı bu sefer de.. ama defter bana bakar şimdi ben deftere.. defter susar.. o susar... bi ben susmaz.. bi de kalem... oysa bizim susmamız gerek.. yapamadık.. yapamadım..
oysa ben seçebiliyorsam... bana verilmiş bu yetiyi bu kadar hoyratça kullanıp tüketiyorsam zaman zaman.. onun da yapması lazım.. arada kalmamak lazım.. hadi beni geç.. ben kimim ki daha bu saatte sana.. ama kendine anlatması lazım.. ben kanarım..saflıksa saflık olsun.. ama o bir adam.. o yapan.. ben yapılansak sonuçta.. onun iç organları da sızlıyorsa az biraz... bakakalıyorsa bir geminin ardından... bana değil kendine laf anlatması lazım değil mi eninde sonunda.. insan karşındakine bahane üretir de.. kendini inandırmış mı olur gece yatağına yattığında..
ben de istiyorum böyle arada kalmak.. ben de istiyorum ben bir sonuca varamıyorum demek.. aynı anda hem "aklımdan çıkmıyorsun" hem de "karar veremiyorum" demek.. bunu bir kez de ben yapıp karşımdakine bu hissi yaşatmak istiyorum.. sonra bir ayna tutup dünyaya.. herkese göstermek istiyorum bir kelime bile etmeye gerek duymadan..
sıkılıyorum..
ızdırap umrumda değil.. o bedeldir.. kalan ya da giden olmakla ilgili değildir... o ızdırap kiminin çektiği kadar deşmez beni böğrümden.. deşse de ölmem ben.. hatta deşsin mümkünse.. ama doğru olsun bana... açık olsun.. kararsızlık kan kaybından götürür beni de istenmemek hiç koymaz...
karıştırmayın beni artık..

dibinin notu: anlatacaklarım var elbet ne yaptım ne ettim tatilde.. sonra ama... az zaman bana..
dibinin notu2: Joshua Tree'yi hatırlar konur elbet... artık bir ağaç daha dikmek lazım yanımıza..
dibinin notu3: bir de konurcanım bak ne geldi aklıma.. hani arabayı çizmesinler diyoruz ya... bi kulüp kursak... arabası her daim çizilenler ama ona rağmen arabayı aynı yere bırakmakta ısrar edenler... kaç kişi buluruz

edit: bu da tek güzel şey http://catlakpatlak.blogspot.com/2008/02/bal-sonradan-koydum-ben-zet-verdim-sen.html

Çarşamba, Aralık 12, 2007

övgü



hava soğudu diyorlar.. hissetmiyorum.. bedenimdeki ağrılardan belki bazen, hissediyorum yüzüme çarpan rüzgarın beni nasıl hasta ettiğini...soğukluğa sığınmak işime gelmiyor.. yorgunluğu bahane ediyorum.. gün boyu bir sınıftan diğerine koşturmayı bahane ediyorum.. dördüncü kattaki zümre odasına defalarca inip çıktım diyorum.. da bir üşüdüm demiyorum...
ve bir çok başka şeyi daha demiyorum.. bilen biliyor ama.. demiyorum..
demiş olmanın biçtiğim sonuçlarından olsa gerek, ya da önümüzdeki somut ( ve her satırını burda yazdığım hikayeden ) bir "sevilen" meselesinden.. yazdığım cümlelerin ( ve sadece ona yazdığım cümlelerin ) çokluğundan.. artık yokluğundan.. hadi onu bırak.. benim yokluğumdan belki de... susmayı tercih ediyorum.. şimdi itiraz hakkımı kullanarak sonsuza dek suskunluğa mahkum ediyorum.. çünkü anlıyorum ki, konuştuğumu anlayan yok... susmak lazım ki değersiz bilsin kendini.. değer kazanmak için çaba göstersin... varlığının bir sevgi sebebi olduğunu anlamasın... kendini önemsiz sansın.. bu kirli edebiyat içinde alsın seni yukarlara bir yerlere koysun.. onun olma ki, kendini seninle şımartmasın... buymuş basit kadınların taktiği... bunu yapan kazanmış.. ben yenildiğime göre... budur bunu çözümü..
müstahaktır ama... ona da bana da... seviyorum bu kaybetmiş halimi.. kaybetmeyi seçtiğim için belki de sesimi çıkarmadan oturuyorum oturduğum yerde... en azından kendimi inandırdığım bir yalan yok... hiçbir şey yok... boş geçen günler... soğuğu inkar ederek.. ona inat her sabah okula yürüyerek.. eve yürüyerek dönerek... iyiyim ya iyiyim...
cam içine oturup düşünmeyerek... yazmayarak... sadece bakarak... şarkı gibi "kırılana dek büküldüm"... en azından ben kırıldığımı biliyorum da acaba o büküldüğünün farkında mı..
cevabı bilmediğimden değil... istemediğimden susuyorum..

dibinin notu: facebook'ta ebe bulunuyorsa ben buldum galiba... üniversite hayatımın içine eden adam.. birinci sınıftayken daha aşk gibi bir şeyle bağlandığım sonrasında dengelerimi bozan.. "hatırlamamak" eylemini hayatıma ilk kez sokan... adam sandığım erkek cinsi insan profil resminde iki sevimli çocuğuyla karşımdaydı dün gece... "uzun zaman oldu nasılsın" derken.. "evet unutacak kadar uzun zaman oldu" diyebildim ancak kendisine... sonra unuttuğum şeyi düşündüm gece boyunca... nasıl da her detayı hatırladığımı.. hayatların nasıl yaşandığını... deliliklerimde sahip olduğu payı.. sonra matematiğe duyduğum sarsılmaz inançtan, bir hesap yaptım kendimce... dedim ki... şimdi bir adamı unutmak dokuz yılımı.. diğerini unutmak birkaç günü aldıysa.. tüm bu dengesizlik içinde bir ortalama alıp sevileni unutmak 4.5 yıl mı tutacak...

Pazartesi, Temmuz 23, 2007

third person singular ( x 2 )

neden başladım ağlamaya..
anladıysan.. ver mendilin varsa yanında..
ver.. eminim vardır yanında..
bekle dur.. ya öl ya sev.. ya sus ya doğruyu söyle..
nasıl başlasam utanmadan konuşmaya..
gözyaşım var.. sözlerim yok anlatmaya..

hayır.. bu satırları ben yazmadım.. sadece müziği açtığım anda başlayan bu şarkı, bu hikayenin sonu aslında.. Sanki başka biri görmüş onları, Kadıköy'de o sokakta, o dükkanın basamaklarında.. dikilmiş bakmış ve söylemeye başlamış..
hikayedeki kadını tanımazsınız siz.. adamı da.. ve ben size onları tanıtarak vakit kaybetmek, kelime kaybetmek istemem.. üçüncü şahıs onlar.. öyle kalsınlar..
madem sonunu bağladık bir şarkıyla; hikayede geriye gidelim.. zamansız bir öykü olsun..

zorla gönderildiği bir simit evi'ne gitmeden önce bir süre dolandı durdu yollarda.. sonunda laf dinlemiş olmanın verdiği hazla ( ilk defa ) bir limonata ve bir açma aldı kendine.. açmanın zeytinli çıkması üzerine acaip sinirlendi.. Ne de olsa içinde zeytin olan bir açma "zeytinli" olarak tanıtılmalıydı.. ama tuhaf bi şekilde satan adama kızmadı.. sadece limonatayı içti.. ve son kalan iki sigarasını.. kalktı yoluna devam etti..
oraya nereden gelindi dersen..
oraya parktan gelindi..
parka nereden gelindi dersen..
kadıköy'de bir sokaktan..
sokağa nereden gelindi dersen..
işte onu hiç sorma.. işte o arası.. o merdivenin 100 metre gerisi, önünde halı topları olan okulun 50 metre ilerisi, bir yokuşun tam ortası, saatin 7.30'u.. adam öndeyken..
- seni sevmiyorum..
- nasıl yani beyninle mi konuşuyorsun.. iç organlarınla mı..
- ikincisi..
.........
- gelecek misin..
- bi yere oturmam lazım benim..

işte tam da bu noktada, az önce bahsedilen merdivenlere bir ok çıkartılır.. o merdivenlerde kadın durmadan ağlar.. aynı sevdiği şekilde ağlar.. konuştuğundan bile sessiz.. adamın en fazla gözleri dolar..
- ama sarılıp uyuyacaktım ben sana.. gece uyandığımda seni görecektim..
- bak ben sana seni sevmediğimi söylüyorum..
- sevmiyosun yani..
- hayır.. sevmediğimi söy-lü-yo-rum...

buraya da bir cafenin teras katından gelinmiştir.. mars ettikten sonra yarım bırakılan bir tavla, zamansız gelen bir martı.. ve olacakların habercisi bir cümle.. : seni istemiyorum..
apartmanın önündeki merdivenlere oturdular.. kadın ağlamaya devam etti.. içindekileri dökerken gelen geçen ona baktı.. adam kadının elini tuttu ( niye ) o merdivenlerde.. o parkta.. daha fazlası da olurken.. görenler "seven kadın sevmeyen adamla öpüşüyor" dediler.. sevmiyorum diyen adam.. seviyorumdan başka bir cümle kuramayan bir kadın..

ve hiçbirinizin tanımadığı bu meçhul kadın, bu gece o adamın yüzüne dokundu.. uzandıkları çimenlerde uzaktan gelen köpek seslerine aldırmadan, birbirlerini dinlediler.. ama her ne olduysa kadın, o yokuşun ortasında kaldı.. böylesi daha doğru ( seni sevmiyorum ) , ben sana aşıktım ( seni sevmiyorum ) , uzaklara gidiyorsun ( seni sevmiyorum ) , elini tutarken, sarılırken ( seni sevmiyorum ) .. o cümlenin üstünden atlamak mümkün müydü..

daha doğru.. daha iyi.. daha her neyse artık.. kadının tuzbuz olmuş kalbi bir müddet nefes aldırtmayacak o bedene.. ama son sözleri var..

eğer beni düşünerek kurduğun bir cümle varsa bugüne dair.. hiçbir cümle bu akşamki kadar üzmezdi.. hiçbir şey o cümleden sonra tuttuğun elimi affettirmezdi.. hiçbir kadın bu kadar gurursuz olmazdı o parkta.. ve hiçbir erkek bu kadar rahat yalan söyleyemezdi o yokuşta.. ben senin pişmanlığın kadar ağlarım eninde sonunda.. özlersen.. bil ki hala kokun boynumda..

ve siz ne bu kadını tanıyorsunuz.. ne de adamı..
 


. © 2008. Design by: Pocket