arıza etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
arıza etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Ocak 21, 2010

taştan çağım

Cilasız bir taştan çağ’ım, kalbinden parça aşırdım, köşelerini aldım, yonttum, önüme koydum… günler gece oldu, tan’lar güneşe teslim, sarılar siyah oldu… sıcak soğuk oldu, dediler ki kış oldu… üç – dört kez 365 oldu… dönmekten başım döndü, durdu dünya bana acıyaraktan…

Yonttuğum taşıma baktım, sen yokken… demek ki ben her gündüz ve her gece yonttuğum taşıma baktım… demek ki iyi baktım; büyüdü.. nerdeyse gerçeği gibi oldu… nerdeyse kan pompaladı, atan ve toplayan damarları vardı.. pislenen kanları topladı, temiz kanı attı… can yaptı….

Nerdeyse…

Oysa o…

Taştı.

Senden taşan bir parçadan yaptığım cansız bir oyuncaktı… Sen kendininkini bir başkasına vermişken, ben ihtimal dışıyken, sen iyi ya da kötü günde fark etmez herhangi ve her günde bir başkasına el vermişken, ben taşımı cilaladım….

Taştan kocaman bir kalp yaptım.

Nefes aldırrtım.

Ve sen ona bile el uzattın… bana uzatmadığın eli, ona uzattın….

Oysa ben demiştim ki sana:

KIRMA!

Kıracaksan,

Onunla kırma….

Parçası kalır geriye… Ne “var” olur, ne “yok” olur sonra….. Var olma ihtimalinden geçmişim zaten, yok olma hakkımı elimden alma..

“Muktedir” kıl beni,, Kendi kalbimi kendim kırarım ben, sen bırak o elindekini, sen bırakmışın zaten kalbindekini, beni; bırak dönsün kan içimde.. pislenip pislenip temizlenen kanım bende kalsın müsadenle….

İşte o yüzden..

Kıracaksan..

Kırma.

Biraz daha parçalara bölünmesin…

Ya kalanları da temizle, ya hiç elleme….Yanılmamak için deneme… Ben ya da biz.. ve hatta bizler kendi “taştan çağımızda” yaşamaya alışmışken çoktan, sen elindekini içime içime vurma…Sen gelip geçersin, gelir geçemezsin en fazla, vurma ona…

Bakma öyle bana…

Kırma.

Bana bu kadar olumsuz emir cümlesi kurdurtma..

dedim.

Dinlemedin.

Şimdi geriye kovalar akrebimi yelkovanım. Ters akar kumlarım. Şimdi ben yontulmuş bir çağ’ım…. Aslını kırdın, suretini kırdın, yetmedi taşı parçaladın… “paramparça”ladın… önümde yonttuğum kalp parçalarım, taştan bir mezbahadayım….. tüm karlarım eridi, içim ısınırken, gözümden çıkan yaş oldu… boşa geçen ay oldu, yıl oldu…. Yere düştü, çamur oldu..

Her yeni çağ’da mevsimler değişti…. Her yakın’laşan çağ’da az daha büyüdüm…. Zaman sana uzaklaştı, bana her gün 21 Aralık oldu… beynim hipermetrop, önünü göremez oldu… duvarlar ördüm günler içinde…. Bir ters bir düz koydum taşları, sağlam ördüm duvarı… senden sonra bazıları içeri girdim sandı… her ayak izinde az biraz senin 43 numara nike’ların vardı…her E harfinde bir engin yazardı… birkaç giysin vardı, atamadım hala, evde kaldı… kimse de farkına varmadı…

İşte sen bir kırdın…

Bir kırdın…

Ben böyle oldum.

Taştı…

Taşa bile acımadın.


çizim için: www.konurkoldas.com
sadece çizim için değil... aklıma getirdiği şeyler için de... konurkoldaşdotcom.... :)

Salı, Mart 31, 2009

sukunluklarım

Hayallerimi güzel yapan ne biliyorum..
Gerçek olmamaları.... hayatla ilgili olmamaları yanında, "hayat üstü" bir gerçeklikle yaşanmaları.. sanal değil sanılan bir gerçeklikle dokunduğum ellerin, gördüğüm gözlerin, işittiklerimin - ve düşündüklerimin hatta - bir film gibi izlediğim ve bitince birilerinin düğmesinden kapayacağı bir televizyon hesabı ellerimden kayıp gideceğini bilmek var ya...
var ya..
sen bilemezsin.... o "olmayışın" verdiği biberli tadı.... gözlerimdeki yaşı... zaman zaman çıkartmayıp içeri akanları... o bile bilmezken, sen yanından bile geçmezsin...
sevgimle büyüyen saygımdan olsa gerek sıkça susuyorum..
anlamıyor.
sanıyor ki, içimde birkmiş bir şeyler var.. bir huzursuzluk var...
oysa.. bilse... bilse ki yegane sebep "gitmek"...
çünkü.. ya gideceğim ya gidecek...... şanslıysak, bu sevgi ya ondan ya benden önce gidecek... değilsek.... değilsek buraya gelenler okuyacak satır aralarında.... bundan önce yalnızca bir kez tanık oldukları gerçek mutsuzluğun katlanmışını, ıslak paragrafları, bedenimin sol yanından çıkan, sol el ile yazılan, rakı dolu sigara dolu yazıları... "vah vah" diyerek... iyi ki benim başıma gelmedi diye sevinerek okuyacak....
oysa o sanıyor ki... tehlikeli suskunluğumun altında bir huzursuzluk var en kadınsal haliyle...
ama yok.. böyle basit böyle küçük bir sebep hayallerimi kafama geçiren... durduk yere sesimi soluğumu kesen...
bak ne kadar basit olabilir anlatayım sana:
bir gün bana böyle gülmeyecek...
bir gün uyandığımda olmayacak..
bir gün uyandığında olmayacağım...
bir gün iki tane çıkardığı sigarasının birini uzatmayacak bana...
yakmayacak ucunu...
sarılıp dans etmeyecek.... "istanbul istanbul olalı" demeyecek....
o gün istanbul bile olmayacak zira...
o gün ne bursa ne ankara.....
o gün ne mutluluk ne kahkaha..
yalnızca rakı ve sigara...
anlamadıysan daha...

bir gün balık yerken solumda o olmayacak...
kendi kendine türküler mırıldanırken duymayacağım...
uyurken başının sağına dokunup dalmayacağım ona....
favorilerini okşamayacağım....
ölmüş gibi çıkacak hayatımdan....
ölmüş gibi gömecek beni geçmişine....
gelmişine geçmişine...
biz farklı bir A ve B noktasında iki araç olacağız hareketsiz duran...
mesafeler uzayacak aramızda...
zaman uzayacak...
insanlardan görmez olacağız birbirimizi...
ya gideceğim... ya gidecek...

işte böyle bir şeyler geçer aklımdan sevilenim... ama bunları sana anlatmak ne mümkün.. yazmak bile bu derece zorlarken...... ses vermek ne mümkün...

dibinin notu bir: ne demiş cem adrian.... "gitmek yenilmek değildir, kazanmak da... gitmek gitmektir işte... hepsi bu....."

Pazar, Mart 22, 2009

,

almadan vermek kime mahsus... herkes bilir di mi... inançların ve matematiğin birbirinden çok da bi farkı yok aslında.. her ne kadar birine "müsbet" dense de... ikisi de ilim işte... inanç denen şeyin de bir sonucu, bir sağlaması var.... bir tersten gitmek, bir cevaplardan denemek.. deneyerek yanılmak, şanslıysan da bir sonuca varmak gibi güzellikleri var...
O'na inanmak, kendine inanmak var...
bir de duyguya inanmak var...
o sakat işte..
onun garantisi yok zira... onun sağlaması sağlam değil işte... gidiş yolundan da puan vermezler adama... çizerler üstünü yanlışsan... en tükenmeyen kırmızı kalemlerle bir çizik olursun en özensizinden beyaz beyaz kağıtlar üzerinde.... bir tomarın arasına girer, iki yıl saklanacak arşivlerin raflarında unutulursun...
doğruysan... bir artı olursun... en fazla bir 10 puan.. en fazla bir tebessüm... bir başarı göstergesi... bir 50, bir 60 ya da 70'in parçası.... toplama etki eden en fazla iki basamaklı bir sayısın....
ya günün getirdiği güzeli göreceksin, ya dünden arınıp bugün ile sevineceksin, ya yarına bakıp azıcık sulandıracaksın gözleri, boşvereceksin - ki zaten boşvermişsin - herkes geçmişe bakıp dökerken sularını sen neden geleceğe acıklanırsın; onu da herkese anlatamazsın... elindekine bakarsın.. bir marjinal fayda hesabı yaparsın... geleceği unutturacak kadar doldurmuşsa damarlarını, atar'da toplar'da, kalbe giren, kalpten çıkan her yolda o varsa, orayla yetinmeyip, kulaklarına, dudaklarına, avuçlarına da sirayet etmişse, ...
bazı paragraflar son bulmuyor..
bazı paragrafların sonu olmuyor...
bazı adamlar o paragraflara benziyor... bazı adamlar bir giriyor içine, bir hapsoluyor derinin altında derinlerine, üstünün çizileceğini bile bile, kırmızı kalemlerden tiksinsen de, o bazı adamlar, o adam gidene kadar seninle...
o paragraf yarım kalmaya mahkum da olsa.. bu geceki gibi ağlatsa da, o geceki gibi güldürse de.. gidene kadar seninle diyorum işte....
daha önce de yazdığım üzere..
toplamanın sıfırı, çarpmanın biriyim.. belki de etkisiz elemanın biriyim.....
ya cümlesin ya paragraf içimde.. düşünmedim.. düşünmek gelmez işime... sen anlamayacak olduktan sonra da zaten ne kadar kelime varsa hepsi girer döner kendime...
virgül.....................

Pazar, Mart 15, 2009

e.



ben bir şey yazdım.... ben zaten habire bir şeyler yazıyorum..... bu sefer bi mektup.... 2 hafta falan önceydi... buraya koyup koymamak konusunda da kararsızdım..... paylaşmadan edemedim.... sonunu koymamakla birlikte.... büyük bölümü burda... buyrun...


Sevgili sevdiğim...

Bilirsin ki ben kendimi en iyi bu şekilde ifade edebilirim... yazarak..... bunun bir güzelliği daha var.. unutunca tekrar tekrar bakabiliyorsun.. ben ki söyledikleri ya da düşünceleri kolay kolay değişmeyen bir kadın; güvenebilirsin bana.... şimdi okuduğun şey anlık değildir.. bundan sonra da böyle olacaktır... sana dair ne varsa içimde söyleyeyim ki bitsin.... bitsin ki ben sana bir daha anlamak ya da anlaşılmak adına dil dökmeyeyim..... sen istedikçe bak... istediğince anla....

bölüm 1 - sen

Sen farklısın.. defalarca da söylediğim üzere "erkek"sin sen.. bak ben bugüne kadar çok sevdim.... içim anılarla dolu benim.. ama hiçkimseye erkek demedim... hiçkimseye sevgimi anlatırken sen erkeksin demedim... bu benim için her şeyden özel her şeyden değerli... sana bunu anlatabilmek için de yeterince konuştuğumu sanıyorum... elimi tutarken, sevişirken, yemek yerken, rakıma su koyarken, sigaramı yakarken, kulağıma fısıldarken, yalım abi çalarken sen söylerken... erkeksin.. erkeğimsin. Sen, hala güzel kokan papatyalardasın, enginde yavaş yavaş'tasın.... gülün solmayan minesindesin aynı şarkıdaki gibi.. sen, saçlarını yıkadığım banyodasın bazen, ya da... uyurken karanlıkta yüzüne bakarak konuştuğum yataktasın.. karanlıklar bir süre sonra aydınlanır bilirsin... insan gözü karanlığa bakarken bir süre sonra nesneleri görmeye başlar.. sen, karanlıkta gördüğüm yüzsün... o gece deftere yazılan cümleler, paragraflarsın.... sen, 35'lik bir rakının üstüne içilen iki birasın.... son darbeyi vuran.... bilmem ki yeter mi bu kadar benzetme sana... anlar mısın..

bölüm 2 - ben

Ben farklıyım... "ben" hakkında bilmediğin ne kaldı bilemem... beni yanlış tanımış olamazsın... "eksik" tanımış olabilirsin en fazla.. onu da bir ankara gecesinde telefonda "bıktım senin gibilerden" dediğinde anlamışımdır belki... ya da uykunda bakarken gelmiştir... tam zamanı yok bende... şimdi ne desem boş... ama biliyorsun sen beni... bir yıl önce seni istemezken de açıktım sana... bir ay önce sana açarken kapılarımı da.... gerçeklerini öğrendiğimde verdiğim tepkide de... -ki bilemem bir başkası daha mı kolay kaldırırdı- yolda olduğun gece yolladığım mesajlarda da.... "seviyorum" demekten çekinmem.. aşığım bile derim sana hatta.... sevdiğimi, sevmediğimi, gelmişi, geçmişi ortaya dökerim.... kendimi de kırsam, gurura da sallasam farketmez... tutkularım var benim.. değerlerim var.. düşüncelerim, doğrularım... doğrularımdan da çok, yanlışlarım var... dört yanlışa bir doğruyu götürtmediğim bir de hayatım var.... sana iki haftada döküp saçtığım, paylaştığım, sırf beni tanı, bak ben buyum demeden de, konuşmadan bile belki zaman zaman.. anlamanı istediğim bir "ben" var...

bölüm 3 - biz

Biz farklı mıyız bilemiyorum.... "biz" üzerine çok düşünmedim... o yaşanarak görülecekti.... sonu olmayan da olsak, yanlış da yapsak, "dün"den arınmış, "yarın" dan uzak "bugün"ümle geldim ben sana.... ve sen bana.... belli ki bıkmışlığın var... belli ki üzülmüşlüğüm var... belli ki sağlam tutmuşsun elimden kısa zamanda... anlamışım ben seni.. sen içip aramışsan.. ben içip içip sana anlatamamışsam... "biz" e bir şey olmuş.. biz olabilmişiz...bundan sonra da yol nereye götürürse götürsün bir yerde birimizde hep "biz" olacak.. .sen klarnet gördüğünde, ben keman dinlediğimde....sen ıspanaklı börek yediğinde... ben barbun yediğimde.... eti cinde... kısa parliement'te.... bursa deyince.. lodos deyince.... gelmez mi... gelmeyecek mi....

bölüm 4 - e sonra...

Ben sonrasını bilemem sevilenim.. ben sonrasını bilen olmadım hiç bugüne kadar...

bölüm 5 - sonuç

Sonuçları bilirim.... kendimi bilirim.... meslekten olsa gerek... her problemin her sorunun sonunu bilirim.... seni bilemem bir tek..................................................

bundan sonrasını bilmeyin.
d.

Cuma, Mart 06, 2009

yanlışlarla sevişen doğrular



ben en az 40 kez tekrarladım.. toplanıp başıma "yanlış" deseniz..... 400... 4000... ya da 400000 defa..... beni ikna edebilir misiniz... çünkü ben kendime çok zor laf dinletiyorum şu aralar... çünkü en yanlışı bu.. bundan yanlışı yok.... göreceli doğrulara pek inanmam ben.. hani herkesin doğrusu farklıdır gibisinden... doğru tektir... yanlış da... senin işin ne tarafında olduğun da pek umrunda olmaz yaşam'ın.... yanlış tarafına geçersin, doğrunun kayarsın ebesine.. şanslıysan hep gerçek doğrularla yaşarsın......
peki... ya yanlış'ı seversen... ya yanlış da aşık olursa sana .... ya bu yanlış hayatında karşına çıkmış en doğru adamsa.... ama sapına kadar yanlış sapına kadar imkansızsa....
sorgular mısın...
varlığı.. yokluğu... elindekini atıp gitme zorunluluğunu.... gözünün önündeki yanlışla.... hiçbir yanlışın silemediği doğruluğu....
aklıma gelen tüm acıklı tüm arabesk şarkılar bir bir dolaşıyor damarlarımda.... aşk diş fırçası oluyor.. peçete oluyor.... okuduğum kitabın iç kapağı oluyor... ayakkabı süngeri oluyor... balık oluyor.... aşk, buzsuz rakı oluyor rüzgarlı kentlerin ıslak camlarında.... karşı koyabilmek mümkün olmuyor....
aklım kalbimi eline alıyor.... eziyor.... dostum arıyor... sakın diyor... sakın yapma gözünü seveyim.. annem konuşuyor beklenmediği üzere.... olmaz diyor.. kangren diyor.... hemen diyor.. bitir diyor....
gündüzler geçiyor da... gece oluyor.... uyku yokoluyor.... hasta uyanıyor insan güne... sarı oluyor.. soluk oluyor... çünkü gece koyuyor insana.... güneş ışığından gözünü alan ne varsa gece olup da sönünce tüm ışıklar.... yanlış tüm karanlığıyla birlikte ele geçiriyor bedenini.... fransızca ya da yunanca şarkılar dinliyorsun ... o kadar soluk ki için; onları bile anlıyorsun... onlarla bile ağlıyorsun.
istersen 20 saat tut kendini... uykunda ağlıyor, şişmiş gözlerle kalkıyorsun....
istersen defalarca tekrar et kendine.... hayat boyu savunduğun her şeyi alıp da konuş... al karşına tüm değerlerini iç onlarla kusana dek....
"yanlış" çaldırınca telefonunu... elin dilin dolanıyor...
özledim diyor..
özleme....
hele öbürünü sakın söyleme..
söyleme iyi değilim ben.....
bak ben iyi değilim sen git benden.

Çarşamba, Şubat 11, 2009

gökten düşebilecek maksimum elma sayısı

ayak seslerinle bütün camlar pencereler inerken…
bir veda saçlarımdan tutup beni yerlerde sürüklerken...
yüzümde ne acı ne keder sana son kez bakarken... CA.

var yaaa..... aslında beni seviyor... seviyor da... hani şimdi o biraz arızalı ya... ( hangisi değildi ) şimdi söylemiyo....
hem var yaaa..... bak aslında bana değer veriyo acaip.. ama değer verdiğini göstermek zayıflık belirtisi ya... teslimiyet ya.. bazı bazı bir şeyler diyecek gibi oluyor... sonra tutuyor kendini.. anlıyorum ben onu... kaçar mı benden .....
hem bak uyurken bana döndü..... hani hep arkasını dönerdi... rahat uyuyamazdı ya... bana döndü yaaa..... hem ellerimle oynadı durdu.... dedim sana... dedim ben..
özlüyor.... cidden bak... ya özlüyor diyorum .... ben onu gidince anlıyorum.... şimdi belli etmiyor... eder mi.. erkek o.... sana bana benzer mi...
hem bak ilk kez emek veriyorum birine... bak aşk meşk demiyorum... emek ve sabır diyorum.... aloooo.... sabır diyorum.... susmak diyorum... zaman diyorum... daha önce dediğime bakma sen... bu sefer sadece demekle kalmıyor aynı zamanda yapıyorum da.... emek verilen şey kelek yapar mı adama kızım...
söz verdim kendime.... yasak olan hiçbir şeyi de söylemedim bak.... mesela o gitti... kapıyı kapayıp odasına gidip üstünden çıkardığı t-shirt'ü falan kokladım ama ona çaktırdım mı.. hayır... katladım, topladığım yatağın üstüne koydum özenle.. hiçbir iz kalmasın diye kokumu da aldım yanıma.... o yatağın üstünde oturdum öylece.... evinin merdivenlerini inerken ayak izimi bile sildim... belki bu son olur diye...
bak diyorum sana..... ben anlarım ya... valla bak.... valla diyorum kızım... onun içine yer ettim ben...
o da düşünüyor beni.. yokken ben....
derken
bir baktım...
ne emeği... ne sevgisi.... eşit pay ve paydadaki dürüstlük ve benciliği.... başka da yok bir şeyi....
belki o yüzden... belki de kankitom vurdu kafama beyin kafatası içinde yerine oturdu bilemiyorum.... ya da kendimle kalmak... düşünmek falan.... içim içinden çıktı dün gece....
bu işler beni çok yormuş be doktor....
çünkü...
var ya...
ya seni beni düşündüğü falan yoksa.... ya umrunda değilse... ya adam doğru söylüyorsa... senin gördüğünü sandığın şey bir adet "hiç"ten ibaretse...
yaaa...
öyle koyarlar adama işte.

bir şehri bir tekmeyle benim üstüme yıkarken…
bir dua dudaklarımdan düşüp paramparça olurken… CA

Cumartesi, Ocak 31, 2009

...........

okul kapanalı bir hafta oldu... ve bir haftada okul ve çalışma fikrinden nasıl bu kadar hızla uzaklaştığıma inanamıyorum.... nasıl bir bıkkınlık varmış ki birden ve de külliyen kendimi uzun bir tatilde hissettim.... bu iyi bir şey mi bilemiyorum... nitekim dolu dolu dinlenmek ve okuldan uzaklaşmak fikrinin verdiği haz yanında, bir hafta sonra aynı ortama dönecek olma fikri içimi sızlatmakta....
bunun dışında...
3-4 günlüğüne evdeyim... tatili ikiye böldüm gibi... ilk kısmı kankito ağırlıklı.. ikincisi istanbul... ara günler de iyi geçmekte valla.. bol bol uyku... kendine bakma... yürüme.. bisiklet... temiz hava az gıda şeklinde bir yenilenme gibisinden.... hava da serin ama güneşli... bi yandan üşüyüp bi yandan kemiklerime kadar ısınmak da hoş...
kitap falan okumaya kalktım... gene olmadı.. çok kötü bir örneğim evet ama sıkılıyorum... okumak beni bezdiriyor... bayılıyorum otobüste bile okuyan tiplere... ben otobüste okumaya kalksam kuvvetle muhtemel kusarım... ( sinemcim o yaptığın yorumu duyar gibiyim... oyarım.. sus.. haha ) yunanca çalışıyorum bu aralar.. onu da yapasım yok bi - iki gündür... bana okulu anımsatan her şeyden koptum... iyi de oldum...
ve tüm bunların dışında... işin özüne gelirsek...
hani bir "aralık" vardı... hani ona yazdım ... sen - ya da siz - de seslendiniz burdan hey adam falan diyerekten... hani balık yaptım ona.. hani bir şey oldum aşık olmayarak.. hani geçmiş olsun bana dedim... ona gittim istanbulda... yani aşırı bir olgunluktan mıdır gerçekten onlar hiç yazılmamış, içten içten çıkmamış gibi durabilmek.. yoksa su katılmamış bir yabancılaşma mıdır.. bir korku mudur mesela... hani bu kadın yarın sabah da benzer duygularla uyanır mı acaba.. eyvah ne yaparım bu sefer aşık falan olursa... olmam ki... ben ne olduysam oldum zaten... olmuştum... ve geçti... geç dedim geçti.. geç dediğim için geçti.... çünkü dünyanın en güzel şeyi bile olsan... -ki değildin - ya varsın ya yoksun... ortası olmuyor.. ortası bu oluyor işte... bunun da sonu yakın.
ve bunlar dışında..
bir süredir ... edirne ziyaretimden beri... yani o aklımda... ama ne olarak bilemiyorum... bu sıralar her yerden o çıkıyor sanki.. ve sanki bir yerde önüme de fırlayacak... fırlasa iyi olur onu bi parça pinçik etmeden hayatıma devam edemiyorum onu anladım.. mesela bu sabah birlikte biiklete bindiğimiz hülya tiizem bana ne var ne yok derken.. ben ona serkan'dan sonra bir şey yok cevabını verirken.. çattadanak.. "bu engin seni çok fena yaptı" demesi.. eh be.. tey tey.. dedirtti içten...
bir de şarkılar var...
mesela sadece içinde "temmuz gelir giderken" dediği için bile hasta olduğum bir "mevsimler geçerken".....
içimi hoş ettiği için "mia stigmi""...
yeni cem adrian şarkıları....
ve de içimde çalan tüm besteler... sözsüz kısmından..

rölantideyim yani.... ya bi çarpıcam sağlam yakında....
ya da.... ya da'yı bilemeyecek kadar rölantide anla yani:)

Perşembe, Aralık 18, 2008

fena

koymayacaktım..... dayanamadım............ bunu da bilin anasını satayım..... artık çekiliyorum bir müddet..... under construction.... çok yorgun zira....


Ne desem………………

Nasıl olsa inanmaz bana…

“Kış” da desem….. olmayan beşinci bir mevsim de koysam 12 ayın arasına…. Kendimle çarpsam…. Alkol katsam…. Yalnızlık çıkarsam….. üç güne bölsem.. gene de bilmem kaç vakte kadar yol görünmez bana…..

O ve bu yüzden hiç bahsetmeyecektim….

Bir kez olsun tutacaktım hiçbir şey yapmadan kendimi… olmadı.. olamadım.. olduramadım… erkenim geçim yok ki benim…. Öncem zaten yok.. her gün bir milat; sonram görünmüyor sihirli bir kürem yok….

İfade etmek de zor… zira muadili yok….

Aşık desen değilim.. hani her gözümü kapadığımda önünde bir “o” da belirmiyor… bu duygu beni bugüne dek bir yere götürmedi de zaten… çok eskiden yazılmış şiir taklidi satırlarda kaldılar.. zaman aşımından yok oldular…. Hani “çok seviyorum ulan seni” de değil…. Daha önce yazılan bir yazıdaki gibi “sığınılacak liman değil sevilecek adam” benzetmesi yapılabilir…. Erkek böyle oluyormuş çünkü….

Mesela…

Madem klasik olarak anlatamıyorum kendimi…şöyle diyeyim…. Evinin merdivenlerini sevdim onun…evi kaybolmadan bulabilmeyi sevdim… ( ki ben ve kaybolmamak J ) zor açılan dış kapıyı tek hamlede açabilmeyi sevdim…. Sonracıma…. Balık aramayı.. yıkamayı.. ayıklamayı.. pişirmeyi sevdim…. O balıkları yemekten ziyade onun yemesini izlemeyi sevdim…. Hatta onun kardeşinin yemesini bile sevdim… battaniyeye sarılıp call of duty izlemeyi sevdim…. Biraz daha kalsam TV izlemeyi bile sevebilirdim… duşta soğuyan suyu sevdim… bir gece yarısı ona gidebilecek kadar rahat ve yalın hissetmeyi… anlatabilmeyi.. anlaşılabilmeyi…

ve tüm bunlardan daha da ilginci… hayatımda ilk kez bu sevmeleri abartmadan hissedebildim…. Hani karidesler var ya sık bahsettiğim.. kalpleri beyninde olan yegane hayvanlar… öyle oldu aynen…

belki de bu sakinliği, ya da durulma hissidir beni bu derece çeken… dedim ya nasıl olsa inanmaz bana.. bir etiket var üstümde hak ettiğim üzere… kadın deli gibi yaşıyor.. her önüne gelene bağlanıyor… şimdi ne desem .. ne o ne onlar hatta sen bile inanmazsın…. Ne aradığımı.. aramadan bulduğum anda gelen bu heyecanın ne denli yerinde olduğunu… sırf bu yüzden içimde tutmak gibi bir karar verdiğimi.. ama özümle çelişemediğimi, onunla kavga etmek yerine söyleyip çekilmeyi uygun gördüğümü anlatsam da sayfa sayfa, anlamaz….

Yaşam zaten karman çorman… ben o yüzden hep basit düşünmeyi seviyorum…. Günler zaten yoruyor… bir de insanlar yormamalı birbirini…. O yüzden ondan hiçbir şey istemiyorum…. Sırf bu kadın benle birlikte oldu, birkaç gün geçirdi… oyunu bozdu denmesin diye…. Susma hakkımı kullanıyorum…. Çünkü huzur verdi… yıpratılmayacak kadar güzel bir erkekti… onu karıştırmamak lazım…. İstediklerine saygı duymak lazım… içimdekileri döküp saçarken onun eline ayağına batırmamak lazım… kırılırsam da ona batıp kanatmamam lazım.. bulunduğum noktadan farklı görünüyorsam onu bir an önce silmem doğrusunu yazmam lazım… boşluklar varsa cümlelerimde, hemen “fill in the blanks” yapmak lazım…. Çünkü bu kadın da kendini yükseklerden derinlere atmaktan gördüğü hasarı kolay gideremiyor artık…… ne abartıp kendini kaptıracak, ne hata yapacak ( ki yanlışları götüre götüre doğruları kalmadı ) belki de en doğrusunu seçerek.. içindekini saklamadan susacak……….

Bana inanmamak için çok sebebi var…. Kaçıp kurtardığı, yıprandığı şeyin hemen ardından hissettiğim huzur sanılır sebep… yanılsama ihtimali katılır hesaba.. ama rakıya katılan su değil bu… benim dengesiz görünen her kararım son derece net, ani görünen her cümlem en az bir paragraf öncesini içeriyor… ama anlatamam ki kendimi.. .saat çok geç bende… ben ona bir şeyim.. ama anlatamıyorum ki… yok işte… ne desem inanmaz ki.. belki bir tek şekilde inanabilir bana… eğer o da aynı şeyleri yaşadıysa.. sadece sevişmekten değil dokunmaktan da keyif aldıysa… gün içinde özlediyse… meraklandıysa… vesaire vesaire ise….

Ne desem inanmaz bana…

Değiştirelim artık şu özneyi…. Ne desem inanmazsın bana….

Ve hatta…

Gizli olmasın o özne artık…

Ne desem “sen” inanmazsın ki bana…. İnandıramayacak kadar çok hata yaptım hayatımda… ve ne ironik ki bir çoğunu da anlattım sana kısa zamanda… ama içim dışıma çıkmış bir kere.. madem sen girdin içime sen de çık… sonra koyarım önüne kendine bakarsın o olur en fazla benden yana…. En azından ben kendime inanıyorum bu sefer… içimdeki şeyi biliyorum.. ne olduğundan ziyade ne olmadığını, ne yapacağımı değil de ne yapmayacağımı biliyorum en azından…. Ayaklarını yere bastırdım içimdeki kızın artık…. Henüz ve hala ayakları varken…..

İşte o ve bu yüzden… başladığımız noktaya dönersek….

Olabileceğim en açık halimle ellerimi çeneme dayayıp düşündüğümde…

Elimde…birkaç gün var huzur içinde keyifle geçmiş…. Elimde beni ben anlatmadan da anlayan bir adam…. Seviştiğim bir adam var…. Bana kalsa… ki bana kalmıyor genelde böyle işler…..bana kalmadığı için bilemiyorum belki daha fazlası belki azı belki hiç belki de her şey var…. Artık orasını da ben yazamam…

Tüm samimiyetimle –ki sanırım bir ondan şüphe etmez, etmezsin- senden ne istediğimi bilemiyorum…..ilk kez kendimi bir şeylere kaptırmadan.. yuvarlamadan yokuş aşağı, sakin sakin yürüyorum…. Senin bir şeyin olmak istiyorum ama bunu şimdi mi istiyorum.. ya da nedir o “şey” onu da bilmiyorum….. bu noktada kendimi tutuyorum…. Yeter de artar bile şimdiye dek çıkan…

Bilmem ki rüyasında senin öldürülmeni izleyen bir kadın imajı korkutur mu seni şu noktada.. ama bilirsin tanırsın beni az çok.. içimden gelmese, gelmesen.. yazmazdım… içimden çok gelmesen de tutardım olduğu yerde… ve aynı bilinmişliğe güvenerek, şu noktadan sonra senin üstüne gelmeyeceğimi, herhangi bir kaprisim olmayacağını, rahatladığımı…. Seni düşünerek ya da özleyerek bir müddet yaşayacağımı ama bunun suyunu çıkarmayacağımı… belki yarın senden utanacağımı…. Bu delilik dolu geçmişimle yanlış anlaşılmadan değerlendirilmek için bilmediğim tüm duaları okuyacağımı da tahmin edersin…. “deli misin be kadın” demen yaralar belki de….. “sen de her önüne çıkana aşık oluyorsun sana güven olmaz” demen öldürür muhtemelen…

Ve ilk kez bu kadar yoğun düşünüp yazdığım bir şeyi koymayacağım bloga… kimse bilmesin…. Sol elimle kalem arasında kalsın sahibine ulaşsın, beni anlasın.. yeter….

Bana kalsa… bana kalsa..ben sana neler neler derim sayarım da…

Noktalı virgül… geçmiş olsun bana…

Çarşamba, Kasım 19, 2008

duman

ben bir adamı sevdim.. bir adamı "daha" demeyin lütfen... hepsini sevmedim ben onların.. bazılarını sevdim.... sadece iki tanesini bu kadar sevdim...
ikincisi için "sonunda" dedim... adını yazdım...
bu işin bir sonu vardır sandım...
insan ömür boyu sevemez... bir adam vardır... beklediğindir.. gelene kadar çektiğin ızdırapları unutturacak kadar güzeldir... silgi gibidir girdiği hayatta... tükenmeyen kalemlerle yazılanları bile siler... eline kalemi alır, kendini yazar... silgiyi de denize atar... bir haydarpaşa karaköy vapurunda....

"a man with curly letters in his name" dersin ona....
kendi evinde kendi odasında yazdıklarını anlamasın diye başka bir dilde bile yazarsın... çünkü o yazdığının sonunda söylediklerini o anda bilmesin.. bambaşka bir anda sen anlatmak istersin gözlerine bakarsın...

sinirini sindirirsin..
güzeldir çünkü..
dediklerini duymazsın bazen..
güzeldir o..
en önemlisini affedersin..
güzeldir o...

değecek gibi bir "değer"
duracak gibi bir "durak"
duyacak kadar "kulak"
vazgeçmeyecek kadar "aşk"tır belki de....

karga'daki biradan alınan ilk nefes..
sultanahmet'teki simit...
ethem efendi'deki gofretler kadar özeldir

ama
... ki neden benim her hikayemin bir "ama"sı oluyor bilemiyorum...
beni neyin üzdüğü böylesine bağırırken sokaklarda... neden o bir adam durup dinlemiyor...
neden hız kesmiyor
..

hadi her deliliğimi bir yana bırak
derin bir deliyim ben
en basitinden..
hadi itibar etme hiçbir dediğime de...
o adam neden..
ve hatta nasıl...

"gözüme duman kaçtı" dediğimde bana inanıyor.......................
anladın mı...

Cumartesi, Ekim 04, 2008

hoşgeldin yeni yıl:)

bu resmi gören ve benim önlenemez dürüstlüğüme güvenen kaç kişiyi yılbaşı geldi diye kandırabilirim...
yarın kırmızı donlarımızla ve plastik çiçeklerimizle sokağa atsak kendimizi, bilet falan alsak milli piyango.. belki de sıra bizde olur... olmaz mı...
küçükken düşünürdüm bazen.. mesela bir gün neden 24 saat.. temmuz neden temmuz.. kim temmuz'a temmuz demiş.. kim temmuz'a yaz demiş... neden yıl 31 Aralık'ta bitiyo falan... - coğrafya'mın iyi olmadığını bilirsiniz di mi.. yani benim coğrafya bilgim: dünya döner, ay döner, güneş dönmez şeklindedir.. bundan bi adım ilerisi yok o derece - neyse işte o zamanlardan beri bi takıntı var...
diyelim ki bugün yıl bitiyo.. hadi yarın olsun.. diyelim ki ben Aralık ayını sevmem.. bu yılı bugün bitiresim geldi....
neler oldu bu yıl...
bu yıl güzeldi aslında.. valla bak... yani sokucu çıkartıcı yönlerinin yanında, önemli şeyler oldu..
bu yıl kasım'ı reddettiğim düşünülürse sadece 2 ay gibi bişi var yılın bitmesine insnalık için... bense bitiriyorum.. hadi rastgele:)
- bu yıl çok hata yaptım mesela.. her zamanki gibi hata olduklarını bile bile yaptım.. dolayısıyla benim hatalarım olmaları onları sevmemi sağlayabiliyor...
- duygusal anlamda yılı - tam da ortasında tanışmış olmamız sebebiyle - ondan önce ondan sonra şeklinde ikiye ayırabiliriz... ondan sonra onu hayatıma sokarken yaptığım hatayı başka hatalarla kapamaya çalıştım.. bu çok anlamsız geliyor kulağa ama salla gitsin... dava düşmüştür... fazla bile yazıldı kendisi...
- erzurum oldu sonra.. yani orda alınan hayat tecrübesi eşsiz benzersizdir.. onu dışardan anlamak mümkün değildir.. ama biz çok "adam" çıktık onu derim bi tek... hani yani harbiden "böyle kahpedir dünya"....
- çok deniz çok bisiklet vardı bu yıl... çok huzur vardı o manada... içim arındı...
- arkadaştan sevgili olmuyormuş o öğrenildi .. ama istisnai bi durum oluştu.. sevgiliden arkadaş oldu.. hem de çok iyi... ha tabii biraz tuhaf bi arkadaşlık çeşidi çıkıyo ortaya ama olsun.. olduğu kadar:)
- alkol miktarı azaltıldı bi nebze.. haaa erzurumda sevgili kırpık'ımın elinde viski ve votka şişesiyle kapıda belirdiği, kapısında belirdiğimiz, miniş, bro falan elimize ne geçirdiysek içip "alkolik hareket engellenemez" şeklinde böğürüp sonra da trainspotting tadında klozete böğürdüğümüz anlar oldu elbet.. ama genel toplamda miktar azaldı mı.. azaldı
- çok koşuldu.. çok yüründü... çok üşündü...
- çok özlenildi... özleyen ve özlenen olundu birfiil... uzaklar çok uzak olabiliyormuş bazen... bir telefonun başında kahrolabiliyormuşun ben niye burdayım diye... ama sonra ne kadar ilginç ki, hiç kimse için değmezmiş kahrolmaya nerde olursan ol denildi... gerçekten biri için bir şey yapmadan, hayatı bir yana kaydırmadan, hayatı kaydırmadan hatta.. düşünmek lazımmış iki kez...
- adamlar oldu...
- dostlar oldu...
- adam gibi dostlar oldu da.. dost gibi adamlardan pek emin değilim....
- haaa sonra hayatımda ilk defa işsiz kaldım ama allahtan bi hafta sürdü:)
- mutlluluğun insanlardan ve olaylardan bağımsız bir şekilde etrafta dolaştığını bir kez daha anladım... elinden tutana....

yani... bilmem ki nasıl bir yıldı... anlamlı bir yıldı... bi önceki de öyleydi mesela... o zaman şöyle olsun.. bu yılbaşında.. - yarın mı oluyo yani:) - iki yılı birlikte uğurlayalım... 2007-2008'e güle güle falan yazsınlar....
ama 2009 tek gelsin...
güzel gelsin.. hem 9, 8'den güzel bi sayı...
hem bak hava lodos, deniz taştı, yağmur yağdı, içim doldu doldu boşaldı... hazır kafa dinliyorum iki dakka...
güzelleşin işte.. ben kadar güzelleşin...

Pazar, Eylül 28, 2008

bir yazasım var ki....


bir yazarım... bir yazarım seni.... defalarca okuduğun geceki gibi etkiler benliğini.
bir yazarım seni... okuyanlar inananamaz yaptığına.. yanlışlarla ördüğün lego misali evlere, duvarlara..
bir yazarım seni.. şiire benzer.. buna benzer
bir yazarım seni... "one time" dinlerken ne hissediyorsan, yerden yüksekte ne yaşadıysan gecelerin köründe, ne dediysen, nasıl dediysen, toplanıp gelir de sen alırsın onları bir F92 hesabı dayarsın kendi böğrüne... kurtuluşun olmaz.. vicdanından çıkan kurşundan.
bir yazarım seni.. öyle bir yazarım ki... gözünden yaş çıkartırım... ne var ne yoksa anlatırım bir cümle ile..
bir yazarım seni... ne sesindeki pislik, ne yüreğindeki adilik, ne gözümdeki kin, ne içimdeki öfke kalır... ne var ne yoksa çıkartırız ikimiz de...
bir yazarım seni... öyle bir yazarım ki... yarım kalan her şeyimi alır senden geri...

sonra..
bir silerim ki seni...
yalanlarına inanacak dermanın da kalmaz..


dibinin notu1: valla ben efendi adamım bak:)
dibinin notu2: günümü mutlu eden.. kafamı dağıtan ulu önder'e de teşekkür etmeli içten içe.. ( yok be Atatürk deil.. bildiğin önder... )
dibinin notu3: nihayet.
ve 4: o resmi ben çizmiş olmak isterdim o o çizdi: dekersaint.blogspot.com

Çarşamba, Eylül 17, 2008

belirtisiz nesne

ya.. ya.. yok bi şey... hayat normal seyrinde ilerliyor...
bir hayat beni belliyor.. bir ben onu... iyi zamanlarımdayım... mutlu denir di mi..
ama..
kendine dert arıyo demeyin... bi anlayın rica edicem...
resimleri silemeyişimi anlayın... çok adamdan bahsettim.. birini bu kadar çok sevdim anca.. çok adamı deştim... deştiğimden çok deşilmiş de olabilirim..
ama
bir tek buna bu kadar ... işte o eylem.. hani kalple ifade edilen.. genelde sandığımız çoğunda olmadığımız.. oldurduğumuzda koruyamadığımız.. koruduğumuzda kaybolduğumuz.. gidilen ama gitmeyen.. ya işte çoluk çocuğun üstüne şiir falan yazdığı şey.. ben artık bahsedemiyorum ondan herkesin bildiği ismiyle...

oysa bazen.. her şey çok gerçek oluyor.. en gerçek oluyor.. gerçeklere bağlı "ben"i bile şaşırtıyor... sona o gerçek göz göre göre yalana dönerken.. sen - ben - ya da.. yalana inanmayı kabul edememekten olsa gerek ... inançsız kalıyoruz... kalıyorum.. boş..
çivi çiviyi söküyor da.. o beton çivisi gibi mübarek.. onun izine giren hiçbir çivi durmuyor.. hepsi bir bir düşerken... içindeki delik baki kalıyor.. bir günbatımında bisiklete binerken sahilde.. gözden çıkyor.. gözden düşmüyor.. düşemiyor...

dedim ya.. su bu... elime akıyor.. koluma akıyor... koşuyorum deli gibi gözeneklerden çıksın gözlerim yerine diye.. olmuyor... ne su birikmiş içimde .. durmuyor.. "yaşlar kurur zamanla" diyor başka bir canımın içi olduğu yerden... nerdeyse ona inanasım bile gelmiyor... ayçiçeklerini, korkuluğu ve kargaları düşünüyorum.. su... dolabı açıyorum.. ona ait bir şey var.. altlara saklasam da.. biliyorum... orda... su... yazdıklarıma bakıyorum.. en çok satırı o işgal etmiş.. gözlerim yanıyor.. şarkı da tetikliyor... su.... çoğu zaman gelmiyor aklıma.. tek teselli bu oluyor.. beni bir tek çok yakından tanıyanlar biliyor.. değmez derken... derlerken... belki de daha erken.. bilemem... ama işte böyle bir akşamda bile... durduk yere... durgun durgun.. su...

yaşa hayatını diyorsun... yaşıyorsun.. seviyorsun da üstüne.. dokunuyorsun da bir başkasına icabında.. güzel şeyler oluyor... bitiyor.. oluyor.. bitiyor... ölene kadar yaşıyor.. bir o ölmüyor... geliyor işte.. belki sabah gidecek... ama bu gece geldi işte.. yetmez mi.. bir kere bile gelmiş olması onu unutmuş olmamı yalan yapmaz mı...

herkes güzli öznelerden bahseder ... başka öğeler de var oysa... bir belirtisiz nesne var mesela.. adı var.. soyadı.. anlaşamadığı bir annesi... onu korumak isteyen bi ablası.. sevdiği bir yeğeni... izmir'de bir evi... istanbul'da bir toz gibi savrulduğu yaşamı.. geride bıraktığı 34 yılı... kadınları var... dağ başında içtiği rakısı.. sabaha karşı bir kadına sarılarak dinlediği keith jarret'ı... cüzdanında bir çikolata paketi var üstünde "do you love anyone enough".. yazan.. ona "no" dedirten eylemleri... onu bekleyen ama kaçtığı bambaşka bir şey var.. vardı... ve bu nesne'nin bir de maalesef başkasıyla bile olurken hala ona ait bir kadını var...

her şeyin bittiğini en iyi bilenlerden biriyim belki de... geçişsiz bir yüklemle kurduğum cümlede nesne de olamayacak elbet.... yakın olmalı.. ama bugün değil.. henüz değil... yarın olabilir... kasım'da falan olabilir... seneye belki... şimdilik sevebiliyorum... yaşayacak kadar... ama o gibi öldürecek kadar.. ona daha vakit vardır sanırım.

hiç utanmıyorum di mi...
en azından içimde man vs self tarzında bi conflict yok....
o var..
derinde bi yerde.. çıkıyor böyle.. suyla birlikte... varlığını reddedemeyeceğim kadar var...
olsun.. varsın olsun... ağlatsın ( bak su demedim ) öfkeye sarılmış kırgınlığımdan... canı sağolsun...

yalan olsun isterse... ne fark eder ben doğru olduktan sonra..
bana bir girmişse ona on girmiştir elbet....
hayat 30 yıldır benden yana....


Pazartesi, Ağustos 25, 2008

twice

be careful of what you do... cause the lie becomes the truth...................
ben demedim... eğer iyi bir müzik dinleyicisiysen kimin dediğini bilirsin...
konu o değil.. konu bu da değil.. konu da yok bu sefer... ama yazmaya engel değil ki "no subject".. I always generate one... - bu benim cümlem evet..

her şeyi doğru mu yaptın diye sorabilirsin...
hangisinden bahsediyorsun derim..
bu.. dersin...
evet derim...

neden.. neden ama...

dürüstlükle kalp kırmadığım için...
düşünmeden konuşmadığım için...
kusacağım yemeği yemediğim için...
sevmediğim çayı içmediğim için..
işte o derece kendim olabildiğim için..
anlar mısın...

severken de.. hönküre hönküre ağlarken de...
bir iskelede feribota koşarken de..
sabah da.. gecede de...
içimden geçen her şeyi söylerken
yazarken
yaparken...
hiç çekinmediğim için...
anlarsın

seni anladığımı söylerken yüzünü kaplayan şaşkınlıkta
benim anlayıp senin söylemediğin diğer tüm duygularında da
dokunduğunda
dokunmadığında...
karanlıkta bakarken ve bakmazken
bakarken ama görmezken..
belki de şimdi kimse ne yazdığımı anlamazken...
sen de
anlamazsın

varsın olsun... varsın olsun evet....
ama yoksun...
demek ki olamaz...

çok mu gururluyuz şimdi..
anlamak çok mu olgun yaptı..
istiyorum.. yok hayır istemiyorum derken.. dürüstlüğün anasını mı belledik...
acımasızlığa kaç adım attık... yüzümüz ne kadar karardı diğer tarafa döndürünce... bir yatak ne kadar büyük oldu iki kişi için.. önce 4. topa vursam sonra 7'ye ne farkederdi ki.. bilardo mu oyun... aşk meşk mi... pil yok bu kalpte... kan dolaşıyor.. tutku turlar atıyor bir kapakçıktan diğerine... biraz düşünmek lazımdı cümleler üzerine.. yoksa.. aşk dediğin nedir.. mutlu eder.. mutsuz eder en fazla.. topluluk içinde ağlatır.... herkesi kendine baktırır utanmadan.. su olur çıkar gözlerden... düştüğü yerde olmayan çiçekleri sular...
giderim
gidersin
sen bitmezsin... ben hiç bitmem... dolu yaşamanın verdiği hazla bir tur atarım 400 metre engelli tadında... tüm engelleri devirsem ne yazar bu yaştan sonra... "sevilmenin" şımartmadığı bir erkek yok.. şımarınca kırıp dökmeyeni de............

çok yazdım ben sana.. çok konuştum... bu kadarına gerek yok
vururum ama öldürmem..
merak etmeyesin.

yazıp yırttığım şey şöyle bitiyordu yanlış hatırlamıyorsam

........... acıkmadım
saçların kabarmadı
ilk yarı daha iyi çaldınız evet...
Lucifer'ı öp benim için...
saçlarım için havluya ihtiyacım vardı üzgünüm...
seni seviyorum
kocaman bir hoşçakal.

dibine not: tek pişmanlığım küpemi evinde unutmuş olmam.. öyle bir vicdani rahatlık...
dibine not2: barış'a kaçıncı teşekkür edişim bilemiyorum........... sen ne adam'mışsın be canım.. sağol var ol... var olduğun için sağol hatta

Pazar, Ağustos 17, 2008

the whole truth

siyah ve beyaz'ın varlığına inandım bir tek.. gri'leri reddettim...
oysa arada benim olmadığından göremediğim bir çok yeşil, mavi ve kırmızı'lar da varmış... bu dünya zaten kendi ve güneş etrafında dönmekten yeterince yorgun, bir de onlar döndürmese kendi etrafında... ben bile dünyaya ait hissetmezken kendimi, o nasıl bir tek benim olabilir...
dünya nüfusu toptan büyüsün artık... bir gün 24 saat olmasın... değişsin bazı bazı.. üzüldüğümde kısalsın.. sevindiğimde uzasın.. hep uzun kalsın.. uzayamazsa kısaları birleştirelim.. tüm hayatım tek bir gün olsun.. binlerce saatin sonunda denizlere gömsünler beni... neden günler ve ölümler var aklımda onu da bilemiyorum aslında...
kafam darmadağınık.. cümlelerimden beter... değişmeliyim bazı konularda.. sonuçları defalarca enfekte etmiş iç organlarımı, bu akıllanmamak niye.. böyle olmamak lazım.. açmamak lazım pattadanak kendini.. bunun ömrü sekiz gün olur dokuz değil.. onuncuda alışır, onbirde şımarır, onikide kırar, onüçte defolur gider.. erkek denen beşer çabuk alışır, çabuk sever.. bi özler bi özler.. sen daha başlarken o biter...
bir şey mi oldu dersen.. olmadı hayır... sorun mu var.. yok.. ama biliyorum.. hissediyorum... beynimle hissediyorum.. tecrübelerime kaydırıyorum ana avrat... bu sefer diyorum.. farklı biri olmaya çalışmalıyım.. sömürülecek bir duygum da kalmadı artık engin'den sonra.. ( ya ilk defa adını yazabildim di mi.. cisimlikten isimliğe geçti artık o ) bir milad idi kendisi matematik dolu sayı doğrumda.. sayısız sayılarla dolu hayatımda, onu bir "3" yapabilmiştim nerdeyse.. ve ondan sonra başka biri başka bir şey olmalıydım ben.. bu yolda doğru ve doğru parçalarını yakmak da vardı belki de haybeye, ama "bana bir şey olmasın" idi artık.. yapamadım... huylu huyundan vazgeçemedi..
bana sen farklısın diyen tüm adamlar aynı ....
kadınların farklısı oluyor da sanırım tüm erkekler aynı...
mesela kedilerin farklısı oluyor ama tüm köpekler aynı..
su denen şey.. kar iken farklı yağmur iken farklı..
içerken kana kana.. hep aynı..

bugün kırıp yarın çaresine bakarız diyenler.. bugün bitince bitiyorsunuz.. yarın yok ki bende.. peşisıra gelen "bugün"lerden ibaretim ben.. anlatamıyorum.. gerçekten sayılmıyorum ben sanırım.. ancak çekilip gidilince ya da çekip gidince anlaşılıyorum... bir tedbir sunuyorum, sizi bilemem; kendimi çok iyi bildiğimden sadece, .. ama umursamıyorsunuz.. umursanmayıncaya kadar da anlamıyorsunuz..

"önemsenmiyor" gibi hissedince önce ölürüm.. sonra dirilip öldürürüm ben...
bu işin özü bu.. ister takarsın ister sallarsın.... ama sonra ben ne yaptım da gitti deme...

Perşembe, Ağustos 07, 2008

pis ay

ağustos piç gibi bi ay..
bu ayda doğan kimse alınmasın üstüne.. kendi doğduğum ay için de yapabilirim aynı yorumu.. seçtiğim kelimelerin enini boyunu da içimdeki lodosa verin bugünlük.. didiklemeyin beni...
ne eylül'ün dinginliği ne ekim'in sonbaharı, ne kasım'ın istisnasız taşıdığı hüzün var...
yaz bile diyemiyorum ona ben...
temmuz kadar sarı değil.. haziran kadar mutlu değil.. mayıs kadar bahar, nisan kadar kırmızı değil...
bir de mart var böyle.. ne idüğü belirsiz.. kedi gibi..
deniz gibi..
içimde "olmayan" fırtına gibi..
söyleyeceğim tüm yalanlar..
tanışmadığım insanlar..
uykusuzluğum gibi..
içini göstermeyen kutular..
içini göstermeyen şerefsiz insanlar ( kelimeler konsunda uyarmıştım )
içini göstermeyen kentler
sokaklar
ve tekrar insanlar..
ben gibi yani...

tatil desen tatil değil.. iş desen iş değil... günleri sayıyorum geçsin bitsin.. 11 ay rahat edeyim diye.. gelmesin bir süre ağustos.. ne sevmediğim biri var bu ayda doğan, ne başıma gelmiş bi iş geçmişte.. gerçekten sebebi yok.. onu sebepsiz sevmemekten haz ediyorum ben.. sebepsiz sevgim olabilemez de.. sebepsiz sevmemem çok olur benim .. ağustos da onların arasına katılsın... bir de bu sene kasım çabuk geçsin.. hatta kasım hiç gelmesin.. evet evet allah belasını versin.. ( çok fena oluyor çok )
ağustos gelmesin diye aklıma.. adı sonbahar olan tüm şarkıları dinliyorum ardarda.. en fazla Cem Adrian'ınki koyuyor elbette... "vur yalnızlığınla beni yerden yere"... hiç sevmediğim Kargo'nunki de fena değil ..
uyudum uyandım.. zordu ama dayandım..
sensiz gelen sonbaharla rüyalarıma kapandım
yapraklar solmuş yerde ölü yatarken
umrumda mı dünya kalbini hissederken

ne kalbi.. ne dünyası... bir tek "sonbahar" var gerçek.. o da mecburen gerçek... dünya dik durabilse mevsimler de olamayacak işte.. biz böyle milyarlarca adam toparlak bi şeyde.. boynunu bükmüş dünyanın her bir köşesinde... döner durururuz...
ağustos olmasa.. onun yerine iki eylül olsa... ne yazar...
bir sen bir ben eksilsek bu nüfustan.. onlara dokunmasak
az düşünsek çok sevinsek
sevmeden sevilsek..
köpek olsak, kertenkele olsak..
birlik olsak.. şu ağustos'tan kurtulsak
iyi olmaz mı...

fondaki müzik: kimbilir hangi "sonbahar"
fondaki ruh hali:
kimbilir kaçıncı "sonbahar"

Perşembe, Temmuz 17, 2008

..


bu sefer çizdiği şeyi çattadanak buraya koymaya yüzüm tutmadı.. ben ona en az elli kez dedim "olm sen çiz ben yazayım" diye ama o tembel işte tembel.. ben de nasıl olsa kızmaz diye çalmıştım bir kez ama ikincisini yapmak artık insanlığa da sığmaz di mi:)
o yüzden şuraya bakmanız lazım.. akademik dürüstlük böyle bir şey olmalı...
şunu yapmaya uğraşmadığım bir günüm olmadı.. belki de ondan habire kaybediyorum haberim yok:)
ha onun dışında ne yapıyorsun dersen.. bu "aklımın evine varma" sevdasından ve de artık kafamı hiçbir şeye toplayamadığımdan "bir kendime gelene" dek dolanıyorum.. bu dolanma mevzuunu zaten bilirsiniz ezelden beri sevdim:) bu aralar bir de amaç katınca tadından yenmez oldu.. önce memlekete gittim bi haftasonu.. bi boğaz.. biraz bira.. bir miktar eski dost falan.. sonu beter oldu.. dönerken gene sinir harplerine maruz kaldım..
sonra bir gün iskeleden geçerken.. "ya kaç senedir buraya geliyorum.. burada yaşıyorum.. şu feribotlara binip bi yere gitmedim" dedim.. kendimi ilk kalkanla denize attım.


ahanda böyle bi şey oldu... Avşa'ya gidiyormuş kendisi.. hiç de ıssız olmayan bir ada modeli.. ama ada fikri yetti.. 2 saat deniz üstünde öylece yol almak bile yetti hatta... gider gitmez tuhaf ve komik bi kadınla tanıştım.. Havva Ana.. heh.. bir yere yerleştim.. çantayı attım odaya.. bi de şey var orda.. tek kişilik oda vermiyolar.. hatta biri şey dedi.. "bir bay bulsana yanına.." yuh ama yuh.. ben niye gelmişim sen bana ne diyosun.. aynı bu noktada konurcandan bi arak daha yapıp iki mide çizimini mi şeyetsem.. yok yok..
neyse sonra hemen biralar alındı.. gün batımı var orda.. adayız ya.. kaçırmamak lazım.. valla gerçekten de güzel battı... onu batırırken birkaç defa asphalt world, cinema, bol tom waits.. bol keith jarret ( evet dinledim.. okuyosan duy sesimi:) - o gece sabaha karşı dinlediğimiz gibi değil ama dinleyebilmeyi başardım ) dinledim... şöyle oldu..


tabii dinlenen müzik ve gün batımı ruh halinin gene içine etti.. gidildi balık yenildi.. biraz iyi geldi.. ( ama bizim mutfakta son gece yenilen somona benzemedi di mi ) gün batımı önünde fotoğraf çektiren aynı ayakkabıları giyen çiftlere bakıldı.. tam vıdı vıdı yapılırken birden dank etti.. "pardon da.. çekirdekleri ve aynı ayakkabıları olabilir.. ama an itibarıyle kimler daha mutlu dersin".. sonra sustum. Biraz bisikletle biraz bisikletsiz dolandım durdum.. biraz daha içtim.. ( hem drink hem smoke manasında )
ve sabah oldu.. 5'te çıktım odadan.. 6 feribotu için iskeleye giderken.. bir çay içtim sahilde.. gün yeni aydınlanıyordu. Güzeldi.. Ya da hiç güzel değildi.. ya aslında bu günün saatlerine falan takmamalı bu kadar di mi.. mesela öğlen vakti üvey evlat mı.. hiç atraksiyonu yok diye sevmemek mi lazım:) tamam sustum..
bindim feribota döndüm işte o oldu..
tabii yetmiyor.. kendime getirmiyor... dün gece ordan taşıdığım şarapları içtim...
gene olmadı.. - e yalan yok olmadı napayım - öğlen kalktım ocaklar tarafına doğru bir bisiklet yolculuğu yaptım.. fazla değil 20 km falan.. o biraz keyif verdi..
yarın...
yarın falan da yok...

Pazar, Temmuz 13, 2008

full stop



işte buydu üç gün önce yazılan... bugünü bekleyen..

sana bunu şimdiden yazıyorum çünkü cuma günü oraya gelmeyeceğini, haber vermeyeceğini, ne hissedeceğimi şimdiden biliyorum..
belki de bunu kendime bile bile yapıyorum.. sana nerde olacağımı söylerken aslında "gelmesin de iyice kırılsın kalbim" diyorum içten içe.. çünkü minicik de kalsa.. geride kalan bile seni seviyor şu anda.. yokolsun ki sen de yok ol...

ileti geçmişlerini okudum bugün.. söylediklerini düşündüm.. erzurumdaki günleri..
hayatımı düşündüm..
hayatını düşündüm..
seni haklı çıkarmaya çalıştım her seferinde.. dünyaya bir erkeğin, dünyaya senin gözlerinden bakmaya çalıştım.. anladığıma şaşırmadım.. birçok şey haklı çıkardı seni..
ama bir şey vardı ki..

aşk falan değil bu.. ben o kadar basit bir duygudan ağlamam bu kadar.. o mutlu ya da mutsuz eder beni.. yok da olabilir var olduğu kadar.. o bir ihtimaldir.. onsuz da yaşanabilir.. terk edersin.. terk edilirsin.. durmaz ya dünya.. bi itersin döner yeniden.. güzel sevdim güzel sevildim.. her zaman bitme ihtimali vardır.. yaşanan kar kalır.. ama zararın neresinden dönülse kar değildir işte.. sen bana onu yaptın.

bunu buraya yazınca.. okuyan herkes anlayacak.. ama sen anlayacak mısın bilmiyorum.. sana aşık olduğumda da buraya yazıp biri çıksın söylesin ona demiştim.. gene yardım ederler sanırım.. çünkü bazen kim yakın kim değil belli olmuyor.. senden çok yaklaşanı olmamışken şimdi görünmeyecek kadar uzaktasın.. ufkumda bile yoksun..

nasıl desem ki sana..
hazmedemediğim ne..
ben ki her zaman açıktım.. ben sana neleri açtım.. bu sana bir sorumluluk versin diye değildi ki.. ben seni elinden tutup sürükleyecektim.. çabaydım boktan hayatlarımızda.. sen gitsen de olurdu gelsen de olurdu..
ama..
ama işte..
zaman.
zaman vermez miydim sanıyorsun.. ama sen benim bir gece otobüste nasıl ağladığımı biliyor musun
bir günlüğüne trakyaya gidip gelirken o saatlerin ne kadar uzadığını.. o yolda yalnız olmayı...
çay içerken bile gözlerinin dolmasını
..
ya ben sana daha açık söyleyeyim..
en açığını söyleyeyim..
ruhunu bedenini geç... hayatını açtığın erkek tarafından
adam yerine konulmamayı kabul edemiyorum
terk edilmeyi bile hak ediyor olabilirim
ama bu duyguyu yaşamayı reddediyorum.

dibine not: dünyaya neden başkasının gözüyle bakmaya çalışıyorum ki.. o haklı olsa kendince.. ne yazar.. kendi gözleriyle kendi dünyasına bakmaya korkan bu adam için... olmamalı böyle.. diyerek .. kendi gözlerimi kendi yoluma diktim.. ve kendi tarafımdan görünce.. öyle bir koydu ki yapılan..
dibine not2: cuma gecesi sevgili subraindog'un söylediği bir şey aklımda hiç çıkmayacak hiç..
dibine not3: çok güzeldi konser.. ama ondan da güzeli.. sabaha karşı boğazın diğer kıyısına geçerken hissettiğim duygunun temizliğiydi.. az önce paramparça olmasına rağmen..
dibine not4: öyle büyük bir ders aldım ki... kimse "ben" kadar aşık olmasın..


fondaki müzik: Brett Anderson - The Asphalt World - Live at Union Chapel 07
ve ardından.. Brett Anderson - The Asphalt World - Mermaid London 08.07.2008 ( bu daha çok büküyor )
ve ardından Suede - The Asphalt World - Live at Phoenix 1995 ( buna bir şey demek zor.. yağan yağmurdan mı.. solodan mı.. davuldan mı.. benden mi bilinmez.. acaip bir son vuruş.. )
fondaki ruh hali: tamirdeyim gelicem..

Cuma, Nisan 11, 2008

anlaşıldı tamam

zor oldu ama anlaşıldı...
sevdiğimi sandığım adama az önce -kendimi de aşarak aslında- bir kez daha onu özlediğimi söyledim.. ve birçok şey daha.. ziyadesiyle sevilmiş ve de özlenmiş olmaktan gerek -hiç farketmese de- sahip olabileceği en soğuk ve de en yabancı haliyle bana:
sen benden çok küçük şeyler istiyorsun ama bunlar beni yoruyor.. hayatımda bir sürecin içindeyim ve bunun seninle ilgisi yok ................... dedi..
ona "bana bir şey söyle bir cümle kur içindekileri özetlesin" dedikten sonra bana kurduğu cümle tamamen ve sadece budur.. haa bi de şunu ekledi.. "son diye bir şeye inanmam.. bu gece için son budur.. ama başka bir gece başka bir şey söyleyebilirim" .. okuyana komik okuyana delilik geliyor olabilir.. okuyana ben de öyle geliyor olabilirim.. ama diyelim ki yaptıklarımın ve söylediklerimin yalnızca bir tek sebebi var.. bulanıklığı yok etmek.. gözlerin altındaki gerçekleri bir kez daha çarptırmak yüzüme.. ve o en kötü "yüzüyle" çarptı gerçeğini bana.. ben ağzından çıkanları yazayım ki bu deftere; unutmam mümkün olmasın..
unutulacak gibi değil aslında..
oysa bilmiyor ki.. benim bu gecemle yarın gecem farklı değil.. ama beynimin iç organlarıma müdahele ettiği, yönetimi devirip başa geçtiği.. evet aklımın başıma geçtiği gece bu gece.. ona "bak senden uzaklaşıyorum ben içimde ve bu beni korkutuyor" dedim en samimi cümlelerimle.. inanmadı... aslında ona demek istedim ki.. "bak.. ben bu kadar debeleniyorum ama bitiyor.. bak ben senden gidiyorum... ben gidince dönemiyorum.. kırk yılda bir kalbim bi işe yarıyor.. bırak sevsin seni.. yoksa ben gene aynı ben olacağım.. sana karşı söylediklerime aldanma.. bir de başka bir ben var.. hazır o uyuyorken uyandırma.. uyandırmasaydın.. "
ama olmadı..
bu adam bunca sevildiğine güvendi - hata bende mi çok sevdiğimi söyleyerek.. müstahak mı bu şımarık adamlara değersiz hissettirmek - .. susmayı tercih etti.. ama.. ama..
yani uzatmadan.. dolandırmadan.. şöyle ki...
aylar geçecek belki.. belki daha da az...
ben........ "ben ne yaptım" dicem...
o.......... "ben ne yapmadım" diyecek..
kimin içi daha rahat olacak eninde sonunda.. versene cevabını bana..
işte hayattaki tüm çabam bundan.. o yüzden giderken içim rahat

Salı, Nisan 01, 2008

alıntı değil çalıntı


almadım çaldım...
aynı alınmadığımız.. sadece çalındığımız gibi...

çizmedim ben tabii ki... çok istememe rağmen.. genlerime rağmen... çizemiyorum.. bugüne kadar "al bunun üstüne yaz" dediklerinin dışında hiçbir eserini! çalmadığım sevgili dostumun bu eserini araklamakta hiçbir sakınca görmedim... hem çok bencilce hem çok "bencilce değil" bir sebepten..

bilmem kızar mı hakkında yazdığıma.. çizimini çaldığımdan daha fazla.. ama tanırız bunca zamandır birbirimizi.. kızarsa da kızsın... :)

doğumgünü falan değil.. antalya'da birlikte içtiğimiz.. hafiften sümüklendiğimiz akşamların ardından da yazmadım.. demek ki hiç haber niteliği taşıyan bir tarafı yok.. ama üzülüyorum be canım.. bazen kendime bazen ona.. ama genelde bizi anlamayan topluluğa.. biz ki toplasan 2-3 kez bağlanmışız birilerine ya da bir şeylere hayatta.. biz ki geveze görüntümüzün ardında çok az cümle kurmuşuz onlara.. bu hıyarlık niye ama niye.. ( bu cümlenin böyle bitmesi gerektiğinden emin değilim ya neyse )

içim bi tuhaf oldu bu çizdiğini görünce.. hikayesini bildiğimden değil.. sesindeki.. yüzündeki bıkkınlığı duyduğumdan ya da gördüğümden de değil.. aklıma önce kendim ( bencil dedim ama ) sonra kedi'm.. sonra konurcanım geldiğinden.. bu şanssızlıktan ( en kolay bu kelimeye alışıyor insan ) bu sıkılmalardan.. biraya vurulan bu sarhoşluktan.. bu belli olmayan yalnızlıktan.. dağlardan.. denizlerden.. uzak uzak şehirlerden.. aklıma gelen ve sana bahsetmeyeceğim birçok şeyden....

içim çok tuhaf oldu bu çizimden evet...
kendi başıma gelenden çok üzüldüğümden.. o kalbini tek parça kesmiş en azından.. ya ben? toz duman.. darmadağın.. parçaları verdiklerimden geri alınmayı bekler...

ona söyleyecek bir şeyim de yok.. kendime yokken.. ben laf anlamazken.. ama "iyidir iyi" diye yaşarken.. "gel birbirimizi itelim falezlerden" demek geliyor bazen içimden... ama bak o elinde robot resim :) kalbini arıyor kaleiçinin sokaklarında belli ki.. belki bi gören çıkar da.. geri verir mi bu saatten sonra..

ya da belki son verdiğinde kalmalı..
nasıl olsa sende, bende, ve bir grup daha benzeşen beşerde bundan epeydir yok.. e yaşayabildiğimize göre.. bırak be canım.. bırak onda kalsın.. belki beynine bizi hatırlatır...

ve bu çizim çok üzdü beni konurcanım..

dibine not: konurcanım kim dersen.. uğraştırma beni.. altta bi link olacak.. "zoo" diye.. orda..

Perşembe, Şubat 07, 2008

yalansan yalanı severim

bir insan..
düzeltiyorum.. bir kadın..
düzeltiyorum ben.. ben nasıl aynı anda hem çok mutlu hem de ölesiye mutsuz olabiliyorum.. nasıl oluyor da hem çok özel hem genel.. hem uzak hem yakın.. hem aşık hem öfkeli olabiliyorum.. ve tüm bunların üstünde düşünüyorum tekrar tekrar.. hepsi var.. ne eksik ne fazla..
ve hepsinden önemlisi şu anda içmeden nasıl duruyorum.. sanırım gerçekten büyüyorum .. sonunda büyüyorum... biraz eninde sonunda tadında oldu ama oldu..
hatalar yapıyorum.. bilerek seçtiğim için sonunda hiçbir zaman kendime kızmadığım.. yırttığım.. kurtardığım hatalar yapıyorum.. ama bazen kafamı öyle bir karıştırıyorlar ki.. netlikten gerçekten yana hiçbir sıkıntısı olmayan bu "ben" bile durup kalıyor.. durup kalıyorum... ne gidiyorum.. ne dönüyorum.. hani bir yazı vardı taa ne zaman yazdığım.. mahallenin delisi hatırlar elbet.. "bir cümle kuruyorum.. başlarken bi yenisine nokta koymuyorum.. bir nefes alıyor.. bir noktalı virgül koyuyorum.. devam ediyorum kaldığım yerden.." böyle bir şey olmalıydı sanırım.. ama bazen öyle bir şey oluyor ki.. değil cümleme bir noktalı vürgül koymak, kendi yazdığım cümleme gelip başkası bir nokta koyuveriyor.. nokta koysa iyi.. üç nokta koyuyor.. ve sanırım yine yazdığım şeyi bir ben bir muhattabı anlıyor o kadar...
halbuki ben ona bir defter dolusu cümle adamıştım... burçlara bağlayan da var bu deli dellenmiş halleri zaman zaman.. bu sabırsızlık.. bu içindekini tutamama halini doğduğum güne bağlayan bir zihniyet de var aslında.. keşke ben de ona bağlayıp tamamen kurtarsam paçamı bu sefer de.. ama defter bana bakar şimdi ben deftere.. defter susar.. o susar... bi ben susmaz.. bi de kalem... oysa bizim susmamız gerek.. yapamadık.. yapamadım..
oysa ben seçebiliyorsam... bana verilmiş bu yetiyi bu kadar hoyratça kullanıp tüketiyorsam zaman zaman.. onun da yapması lazım.. arada kalmamak lazım.. hadi beni geç.. ben kimim ki daha bu saatte sana.. ama kendine anlatması lazım.. ben kanarım..saflıksa saflık olsun.. ama o bir adam.. o yapan.. ben yapılansak sonuçta.. onun iç organları da sızlıyorsa az biraz... bakakalıyorsa bir geminin ardından... bana değil kendine laf anlatması lazım değil mi eninde sonunda.. insan karşındakine bahane üretir de.. kendini inandırmış mı olur gece yatağına yattığında..
ben de istiyorum böyle arada kalmak.. ben de istiyorum ben bir sonuca varamıyorum demek.. aynı anda hem "aklımdan çıkmıyorsun" hem de "karar veremiyorum" demek.. bunu bir kez de ben yapıp karşımdakine bu hissi yaşatmak istiyorum.. sonra bir ayna tutup dünyaya.. herkese göstermek istiyorum bir kelime bile etmeye gerek duymadan..
sıkılıyorum..
ızdırap umrumda değil.. o bedeldir.. kalan ya da giden olmakla ilgili değildir... o ızdırap kiminin çektiği kadar deşmez beni böğrümden.. deşse de ölmem ben.. hatta deşsin mümkünse.. ama doğru olsun bana... açık olsun.. kararsızlık kan kaybından götürür beni de istenmemek hiç koymaz...
karıştırmayın beni artık..

dibinin notu: anlatacaklarım var elbet ne yaptım ne ettim tatilde.. sonra ama... az zaman bana..
dibinin notu2: Joshua Tree'yi hatırlar konur elbet... artık bir ağaç daha dikmek lazım yanımıza..
dibinin notu3: bir de konurcanım bak ne geldi aklıma.. hani arabayı çizmesinler diyoruz ya... bi kulüp kursak... arabası her daim çizilenler ama ona rağmen arabayı aynı yere bırakmakta ısrar edenler... kaç kişi buluruz

edit: bu da tek güzel şey http://catlakpatlak.blogspot.com/2008/02/bal-sonradan-koydum-ben-zet-verdim-sen.html
 


. © 2008. Design by: Pocket