bugün ne oldu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bugün ne oldu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cuma, Mayıs 08, 2009

devir haftaları birer birer.....


hey ho let's go...... ben demesem de... the weeks come and go.......
mart'ı beklerken mayıs oldu....... günler böyle hızlı geçer gider oldu....
bak son zamanlarda neler oldu....
  • istanbul oldu..... her zamankinden farklı şekilde.... çalışıldı falan... üç gün iki gece geçirildi.... barış'tan ne kadar sağlam bir dost olabileceği bir kez daha anlaşıldı...
  • ece ile tanışıldı.... gece geç saatlere kadar tophanede bir evde.... tv'de bisiklet yarışı eşliğinde.. yarı yerde yarı kanepede.... biraz dün biraz bugün konuşuldu... ne kadar güzel ki.. hiç yarın'dan bahsedilmedi.... çok güzel bir salata yendi... sıcak insanın iyiliği hissedildi... bir de yükseleni aslan olan koç kadını analizleri beni bile şaşırttı.. evet evet o benim:)
  • istiklal'de yağmurlu bir mayıs sabahı dost bir elin taşıdığı şemsiyenin altında alışveriş yapıldı.....
  • kaymaklı ekmek kadayıfı komasına girildi.. özsüt'te insanların ortasında bebeğinin bezini değiştiren ve ortamı bok kokusuna boğan ebeveyn taklidi yapan iki odunla tartışıldı....
  • mecidiyeköy'e gidildi... mecidiyeköy'de uyundu... uyanıldı...
  • canımı sıkan bir insan daha alenen hayattan atıldı... hem de.. pardon canım sıkıldı... ben gidiyorum ve bir daha buraya gelmeyeceğim diyerek... tey tey kızım sana tey tey.... düşünülmedi bile... acaba üzdüm mü diye....
  • kadıköy özlendi.... gidildi... çok güzel bir alışveriş sonrası.... kargada içilen long island iced tea eşliğinde kankito ile uzun bir telefon konuşması......
  • bostancıya uğrandı.... orda yaşayan bir arkadaş arandı... dur orda kıpırdama geliyorum diyen bünyeye hürmetle deniz otobüsünün kalkmasına 10 dakka kala hızlı bir hasret giderme yaşandı:)
  • ve o deniz otobüsü denizin ortasında bir müddet bozuldu... yandaki yaşlı kadın ufak bir komaya girdi çıktı.....
ve istanbul sonrası.............

  • hafta başından beri oğlak yiyelim piknik yapalım muhabbeti dönüyordu lisede.... tamam arkadaşlar o hayvandan yemem ama rakı varsa elbet ordayım.... yani olay hamit olunca 20 kişi bir günde nasıl organize oluyor.... :) çarşamba günü hava güzel... ok gidiyoruz... ben hayvan yemem abi.. tamam sen gel sana başka şeyler alırız... toplaş üç kişi migros ekibi... bin tane domates hıyarto.. meze vs.... sonra okul müdiresinin evine varış.... nuray ve ben mutfağa geçer.. zaten benim girmemle hocam mutfaktan seslendi: dideeemmmmm.... gel buraya salata yap:) yaparım müdürüm amirim.... o sırada ahmet dolanır durur... ne bu denetleme ekibi mi:) o sırada salata olayı bitti.... hım ne yapılacak şimdi.. nihat enişte geldi... tamam bi araba gidelim... hayvan alınacak edincikten daha.... doluş tekrar... ama var ya.... yani arkada oturuyodum dobloda... bagaja hayvanın ( tandırdan çıkmış iki tepsi oğlak ) girmesiyle bi lokal anesteziye maruz kaldım resmen... ben "boooooooooooo" derken ahmet'in "oooooooh" demesi de bir hayvana bakışın ne kadar farklı olabileceğini gösterdi:)
  • sırayla piknik yerine varıldı..... 3-4 saat boyunca denizin kenarında... yenildi içildi... ertesi gün okul yokmuş gibi:)
  • veeeeeeeeeee...... haftanın olayı.... odada oturuyorum dahili telefon.... pek de kıçımı kaldırmam aslında telefona netekim bi on metre falan ilerde.. ama kalkmış bulundum...
- didem hanımla görüşecektim..
- buyrun...
- didem ben özlem....
- hangi özlem..
- erzurumdan.. ( nasıl yani hani şu ordaki herkesin hayatını mahveden... insanları işinden eden.... hayatta ciddi nefret ve kin beslediğim 2-3 kişiden biri.. hani diyorum.... insanların bir dağ başında kurdukları hayatın darmadağın olmasındaki koca parmak.... namusuma laf eden manyak.. dostlarımı ağlatan manyak.... )
- efendim özlem... ( bu arada bu hatun buralardan bi yerden.. tüm yaz dua ettim bi yerde karşıma çıksın da ağzını burnunu kırayım diye )
- öncelikle seni tebrik ediyorum didem okuldaki konumun için.
- teşekkür ederim
- şimdi ben bu okula bi başvuruda bulundum... sonra benim cv'de erzurum olunca tanıyor musunuz falan.... beni istanbul'dan sana yönlendirdiler.. önce didem hanımla görüşmeniz gerekiyor kendisinden randevu almalısınız dediler...
- pazartesi gel.. 3.30da..
- şimdi ben izmirdeyim.. pazartesi orda olurum..
- ok..
- ha didem... şunu söyleyeyim.. orda olmanı kendim için bir avantaj olarak görüyorum...
- hoşçakal özlem...

  • vay be.. vay be... vay beeee..... yani ilahi adalet inancım kuvvetlidir ezelden onda bi sorun yok.... bir şeyi çok istediğimde de hep olmuştur.... benim gerçekten canımı acıtanların canının acıdığına da hep tanık oldum.... ama bu çok çabuk oldu... mügeyi aradım hemen... "yuh ... nasıl aradı seni bee.. yüzsüz".... sonra küçük bir mail trafiği erzurumdan edinilen dostlarla.... anında gelen yanıtlar hep benzer.." manyak olduğunu biliyorduk da.. bu kadar mı manyak".....
  • okul müdürüne anlattım.. hiç çağırmasaydın dedi.... yok gelsin.... gelsin.... beni ve sevdiklerimi acıtan, hayatlarını dağıtan, onları işlerinden olduran kadın iş görüşmesini benimle yapsın....
  • ve yarın.. güneşli olacağını sandığım bir ctesi sabahını okulda geçireceğim için yüreğim parçalanmakta.. bursluluk sınavı sağolsun :(
  • pazar günü için koşmak.. top oynamak.. bisiklete binmek.. bora ile fayans süslemek.... nuni için muhteşem bi analar danalar günü hazırlamak gibi planlarım var.....
  • ptesi haytamın doğumgünü..... 9 yılımın en büyük kazancı.. hayatımın miladı... iyi ki doğacak...
ve sounç:

  • can yakmayacaksın.... vicdanı rahat yaşayanlar bunun verdiği huzurdan anlayabilir ancak rahatsızlığın vereceği sancıyı....
  • ve can yakmayacaksın...
  • ve bile bile can yakmayacaksın... bir şeylerden korkun olacak hayatta....
  • dünya küçük ..... acaip küçük....
  • dostlar güzeller... güzel oldukları için dostlar...
  • bir kadın sevdiği adam için her şeyi yapabilir.. ama bir erkek asla yeterince sevemez....
  • ve... bile bile can yakmayacaksın..
  • insan eksiltmeyi bileceksin icabında...
  • huzur... iç huzur.. var ya... o var ya.... neyse..

ps: ve sen.. er oğlu er..... sustuğun ne varsa büyüsün içinde......

Pazar, Mayıs 03, 2009

plug me in - oh yeah

bu gece evinde kaldığım insanların kendini PS içinde kaybetmesinden belki de - eski bloguma baktım.. ilk mekana yani... blogcu'daki.. hatta kendisine bir link bile ekledim soldan soldan.... okudum uzun uzun.... sonra yıllar içinde yansıyan değişimi farkettim açık ve net...
bi kere eskiden epey mutsuzmuşum..... çok daha fazla içiyormuşum.....
hikayelerim şimdikinden pek de farklı olmamakla birlikte sizinle daha çok paylaşıyormuşum...
bir de burdaki son bir kaç aya falan bakındım tekrar... bu blog değişmiş epey... ben çok fazla "insan" yazar olmuşum.... yani belki de buraya bu derece "konu" olmamalı bu adamlar... o yuzdeeeennnn.... bir u-turn yapıp.... şahsa yönelik yazı dizilerinden hayatıma yöneliyorum..... yoksa ben bile hayatımı o adamlardan ibaret sanacağım...
joone fişe takıldı... vatana millete hayırlı olsun..
haydeee..
9/8....

ps: istanbul haftasonu dönuşte yazılacak elbet.... ama hava muhalefetine maruz kaldım.... bilesiniz....

Pazar, Mart 22, 2009

,

almadan vermek kime mahsus... herkes bilir di mi... inançların ve matematiğin birbirinden çok da bi farkı yok aslında.. her ne kadar birine "müsbet" dense de... ikisi de ilim işte... inanç denen şeyin de bir sonucu, bir sağlaması var.... bir tersten gitmek, bir cevaplardan denemek.. deneyerek yanılmak, şanslıysan da bir sonuca varmak gibi güzellikleri var...
O'na inanmak, kendine inanmak var...
bir de duyguya inanmak var...
o sakat işte..
onun garantisi yok zira... onun sağlaması sağlam değil işte... gidiş yolundan da puan vermezler adama... çizerler üstünü yanlışsan... en tükenmeyen kırmızı kalemlerle bir çizik olursun en özensizinden beyaz beyaz kağıtlar üzerinde.... bir tomarın arasına girer, iki yıl saklanacak arşivlerin raflarında unutulursun...
doğruysan... bir artı olursun... en fazla bir 10 puan.. en fazla bir tebessüm... bir başarı göstergesi... bir 50, bir 60 ya da 70'in parçası.... toplama etki eden en fazla iki basamaklı bir sayısın....
ya günün getirdiği güzeli göreceksin, ya dünden arınıp bugün ile sevineceksin, ya yarına bakıp azıcık sulandıracaksın gözleri, boşvereceksin - ki zaten boşvermişsin - herkes geçmişe bakıp dökerken sularını sen neden geleceğe acıklanırsın; onu da herkese anlatamazsın... elindekine bakarsın.. bir marjinal fayda hesabı yaparsın... geleceği unutturacak kadar doldurmuşsa damarlarını, atar'da toplar'da, kalbe giren, kalpten çıkan her yolda o varsa, orayla yetinmeyip, kulaklarına, dudaklarına, avuçlarına da sirayet etmişse, ...
bazı paragraflar son bulmuyor..
bazı paragrafların sonu olmuyor...
bazı adamlar o paragraflara benziyor... bazı adamlar bir giriyor içine, bir hapsoluyor derinin altında derinlerine, üstünün çizileceğini bile bile, kırmızı kalemlerden tiksinsen de, o bazı adamlar, o adam gidene kadar seninle...
o paragraf yarım kalmaya mahkum da olsa.. bu geceki gibi ağlatsa da, o geceki gibi güldürse de.. gidene kadar seninle diyorum işte....
daha önce de yazdığım üzere..
toplamanın sıfırı, çarpmanın biriyim.. belki de etkisiz elemanın biriyim.....
ya cümlesin ya paragraf içimde.. düşünmedim.. düşünmek gelmez işime... sen anlamayacak olduktan sonra da zaten ne kadar kelime varsa hepsi girer döner kendime...
virgül.....................

Cumartesi, Ocak 31, 2009

...........

okul kapanalı bir hafta oldu... ve bir haftada okul ve çalışma fikrinden nasıl bu kadar hızla uzaklaştığıma inanamıyorum.... nasıl bir bıkkınlık varmış ki birden ve de külliyen kendimi uzun bir tatilde hissettim.... bu iyi bir şey mi bilemiyorum... nitekim dolu dolu dinlenmek ve okuldan uzaklaşmak fikrinin verdiği haz yanında, bir hafta sonra aynı ortama dönecek olma fikri içimi sızlatmakta....
bunun dışında...
3-4 günlüğüne evdeyim... tatili ikiye böldüm gibi... ilk kısmı kankito ağırlıklı.. ikincisi istanbul... ara günler de iyi geçmekte valla.. bol bol uyku... kendine bakma... yürüme.. bisiklet... temiz hava az gıda şeklinde bir yenilenme gibisinden.... hava da serin ama güneşli... bi yandan üşüyüp bi yandan kemiklerime kadar ısınmak da hoş...
kitap falan okumaya kalktım... gene olmadı.. çok kötü bir örneğim evet ama sıkılıyorum... okumak beni bezdiriyor... bayılıyorum otobüste bile okuyan tiplere... ben otobüste okumaya kalksam kuvvetle muhtemel kusarım... ( sinemcim o yaptığın yorumu duyar gibiyim... oyarım.. sus.. haha ) yunanca çalışıyorum bu aralar.. onu da yapasım yok bi - iki gündür... bana okulu anımsatan her şeyden koptum... iyi de oldum...
ve tüm bunların dışında... işin özüne gelirsek...
hani bir "aralık" vardı... hani ona yazdım ... sen - ya da siz - de seslendiniz burdan hey adam falan diyerekten... hani balık yaptım ona.. hani bir şey oldum aşık olmayarak.. hani geçmiş olsun bana dedim... ona gittim istanbulda... yani aşırı bir olgunluktan mıdır gerçekten onlar hiç yazılmamış, içten içten çıkmamış gibi durabilmek.. yoksa su katılmamış bir yabancılaşma mıdır.. bir korku mudur mesela... hani bu kadın yarın sabah da benzer duygularla uyanır mı acaba.. eyvah ne yaparım bu sefer aşık falan olursa... olmam ki... ben ne olduysam oldum zaten... olmuştum... ve geçti... geç dedim geçti.. geç dediğim için geçti.... çünkü dünyanın en güzel şeyi bile olsan... -ki değildin - ya varsın ya yoksun... ortası olmuyor.. ortası bu oluyor işte... bunun da sonu yakın.
ve bunlar dışında..
bir süredir ... edirne ziyaretimden beri... yani o aklımda... ama ne olarak bilemiyorum... bu sıralar her yerden o çıkıyor sanki.. ve sanki bir yerde önüme de fırlayacak... fırlasa iyi olur onu bi parça pinçik etmeden hayatıma devam edemiyorum onu anladım.. mesela bu sabah birlikte biiklete bindiğimiz hülya tiizem bana ne var ne yok derken.. ben ona serkan'dan sonra bir şey yok cevabını verirken.. çattadanak.. "bu engin seni çok fena yaptı" demesi.. eh be.. tey tey.. dedirtti içten...
bir de şarkılar var...
mesela sadece içinde "temmuz gelir giderken" dediği için bile hasta olduğum bir "mevsimler geçerken".....
içimi hoş ettiği için "mia stigmi""...
yeni cem adrian şarkıları....
ve de içimde çalan tüm besteler... sözsüz kısmından..

rölantideyim yani.... ya bi çarpıcam sağlam yakında....
ya da.... ya da'yı bilemeyecek kadar rölantide anla yani:)

Cumartesi, Ekim 04, 2008

hoşgeldin yeni yıl:)

bu resmi gören ve benim önlenemez dürüstlüğüme güvenen kaç kişiyi yılbaşı geldi diye kandırabilirim...
yarın kırmızı donlarımızla ve plastik çiçeklerimizle sokağa atsak kendimizi, bilet falan alsak milli piyango.. belki de sıra bizde olur... olmaz mı...
küçükken düşünürdüm bazen.. mesela bir gün neden 24 saat.. temmuz neden temmuz.. kim temmuz'a temmuz demiş.. kim temmuz'a yaz demiş... neden yıl 31 Aralık'ta bitiyo falan... - coğrafya'mın iyi olmadığını bilirsiniz di mi.. yani benim coğrafya bilgim: dünya döner, ay döner, güneş dönmez şeklindedir.. bundan bi adım ilerisi yok o derece - neyse işte o zamanlardan beri bi takıntı var...
diyelim ki bugün yıl bitiyo.. hadi yarın olsun.. diyelim ki ben Aralık ayını sevmem.. bu yılı bugün bitiresim geldi....
neler oldu bu yıl...
bu yıl güzeldi aslında.. valla bak... yani sokucu çıkartıcı yönlerinin yanında, önemli şeyler oldu..
bu yıl kasım'ı reddettiğim düşünülürse sadece 2 ay gibi bişi var yılın bitmesine insnalık için... bense bitiriyorum.. hadi rastgele:)
- bu yıl çok hata yaptım mesela.. her zamanki gibi hata olduklarını bile bile yaptım.. dolayısıyla benim hatalarım olmaları onları sevmemi sağlayabiliyor...
- duygusal anlamda yılı - tam da ortasında tanışmış olmamız sebebiyle - ondan önce ondan sonra şeklinde ikiye ayırabiliriz... ondan sonra onu hayatıma sokarken yaptığım hatayı başka hatalarla kapamaya çalıştım.. bu çok anlamsız geliyor kulağa ama salla gitsin... dava düşmüştür... fazla bile yazıldı kendisi...
- erzurum oldu sonra.. yani orda alınan hayat tecrübesi eşsiz benzersizdir.. onu dışardan anlamak mümkün değildir.. ama biz çok "adam" çıktık onu derim bi tek... hani yani harbiden "böyle kahpedir dünya"....
- çok deniz çok bisiklet vardı bu yıl... çok huzur vardı o manada... içim arındı...
- arkadaştan sevgili olmuyormuş o öğrenildi .. ama istisnai bi durum oluştu.. sevgiliden arkadaş oldu.. hem de çok iyi... ha tabii biraz tuhaf bi arkadaşlık çeşidi çıkıyo ortaya ama olsun.. olduğu kadar:)
- alkol miktarı azaltıldı bi nebze.. haaa erzurumda sevgili kırpık'ımın elinde viski ve votka şişesiyle kapıda belirdiği, kapısında belirdiğimiz, miniş, bro falan elimize ne geçirdiysek içip "alkolik hareket engellenemez" şeklinde böğürüp sonra da trainspotting tadında klozete böğürdüğümüz anlar oldu elbet.. ama genel toplamda miktar azaldı mı.. azaldı
- çok koşuldu.. çok yüründü... çok üşündü...
- çok özlenildi... özleyen ve özlenen olundu birfiil... uzaklar çok uzak olabiliyormuş bazen... bir telefonun başında kahrolabiliyormuşun ben niye burdayım diye... ama sonra ne kadar ilginç ki, hiç kimse için değmezmiş kahrolmaya nerde olursan ol denildi... gerçekten biri için bir şey yapmadan, hayatı bir yana kaydırmadan, hayatı kaydırmadan hatta.. düşünmek lazımmış iki kez...
- adamlar oldu...
- dostlar oldu...
- adam gibi dostlar oldu da.. dost gibi adamlardan pek emin değilim....
- haaa sonra hayatımda ilk defa işsiz kaldım ama allahtan bi hafta sürdü:)
- mutlluluğun insanlardan ve olaylardan bağımsız bir şekilde etrafta dolaştığını bir kez daha anladım... elinden tutana....

yani... bilmem ki nasıl bir yıldı... anlamlı bir yıldı... bi önceki de öyleydi mesela... o zaman şöyle olsun.. bu yılbaşında.. - yarın mı oluyo yani:) - iki yılı birlikte uğurlayalım... 2007-2008'e güle güle falan yazsınlar....
ama 2009 tek gelsin...
güzel gelsin.. hem 9, 8'den güzel bi sayı...
hem bak hava lodos, deniz taştı, yağmur yağdı, içim doldu doldu boşaldı... hazır kafa dinliyorum iki dakka...
güzelleşin işte.. ben kadar güzelleşin...

Çarşamba, Eylül 17, 2008

belirtisiz nesne

ya.. ya.. yok bi şey... hayat normal seyrinde ilerliyor...
bir hayat beni belliyor.. bir ben onu... iyi zamanlarımdayım... mutlu denir di mi..
ama..
kendine dert arıyo demeyin... bi anlayın rica edicem...
resimleri silemeyişimi anlayın... çok adamdan bahsettim.. birini bu kadar çok sevdim anca.. çok adamı deştim... deştiğimden çok deşilmiş de olabilirim..
ama
bir tek buna bu kadar ... işte o eylem.. hani kalple ifade edilen.. genelde sandığımız çoğunda olmadığımız.. oldurduğumuzda koruyamadığımız.. koruduğumuzda kaybolduğumuz.. gidilen ama gitmeyen.. ya işte çoluk çocuğun üstüne şiir falan yazdığı şey.. ben artık bahsedemiyorum ondan herkesin bildiği ismiyle...

oysa bazen.. her şey çok gerçek oluyor.. en gerçek oluyor.. gerçeklere bağlı "ben"i bile şaşırtıyor... sona o gerçek göz göre göre yalana dönerken.. sen - ben - ya da.. yalana inanmayı kabul edememekten olsa gerek ... inançsız kalıyoruz... kalıyorum.. boş..
çivi çiviyi söküyor da.. o beton çivisi gibi mübarek.. onun izine giren hiçbir çivi durmuyor.. hepsi bir bir düşerken... içindeki delik baki kalıyor.. bir günbatımında bisiklete binerken sahilde.. gözden çıkyor.. gözden düşmüyor.. düşemiyor...

dedim ya.. su bu... elime akıyor.. koluma akıyor... koşuyorum deli gibi gözeneklerden çıksın gözlerim yerine diye.. olmuyor... ne su birikmiş içimde .. durmuyor.. "yaşlar kurur zamanla" diyor başka bir canımın içi olduğu yerden... nerdeyse ona inanasım bile gelmiyor... ayçiçeklerini, korkuluğu ve kargaları düşünüyorum.. su... dolabı açıyorum.. ona ait bir şey var.. altlara saklasam da.. biliyorum... orda... su... yazdıklarıma bakıyorum.. en çok satırı o işgal etmiş.. gözlerim yanıyor.. şarkı da tetikliyor... su.... çoğu zaman gelmiyor aklıma.. tek teselli bu oluyor.. beni bir tek çok yakından tanıyanlar biliyor.. değmez derken... derlerken... belki de daha erken.. bilemem... ama işte böyle bir akşamda bile... durduk yere... durgun durgun.. su...

yaşa hayatını diyorsun... yaşıyorsun.. seviyorsun da üstüne.. dokunuyorsun da bir başkasına icabında.. güzel şeyler oluyor... bitiyor.. oluyor.. bitiyor... ölene kadar yaşıyor.. bir o ölmüyor... geliyor işte.. belki sabah gidecek... ama bu gece geldi işte.. yetmez mi.. bir kere bile gelmiş olması onu unutmuş olmamı yalan yapmaz mı...

herkes güzli öznelerden bahseder ... başka öğeler de var oysa... bir belirtisiz nesne var mesela.. adı var.. soyadı.. anlaşamadığı bir annesi... onu korumak isteyen bi ablası.. sevdiği bir yeğeni... izmir'de bir evi... istanbul'da bir toz gibi savrulduğu yaşamı.. geride bıraktığı 34 yılı... kadınları var... dağ başında içtiği rakısı.. sabaha karşı bir kadına sarılarak dinlediği keith jarret'ı... cüzdanında bir çikolata paketi var üstünde "do you love anyone enough".. yazan.. ona "no" dedirten eylemleri... onu bekleyen ama kaçtığı bambaşka bir şey var.. vardı... ve bu nesne'nin bir de maalesef başkasıyla bile olurken hala ona ait bir kadını var...

her şeyin bittiğini en iyi bilenlerden biriyim belki de... geçişsiz bir yüklemle kurduğum cümlede nesne de olamayacak elbet.... yakın olmalı.. ama bugün değil.. henüz değil... yarın olabilir... kasım'da falan olabilir... seneye belki... şimdilik sevebiliyorum... yaşayacak kadar... ama o gibi öldürecek kadar.. ona daha vakit vardır sanırım.

hiç utanmıyorum di mi...
en azından içimde man vs self tarzında bi conflict yok....
o var..
derinde bi yerde.. çıkıyor böyle.. suyla birlikte... varlığını reddedemeyeceğim kadar var...
olsun.. varsın olsun... ağlatsın ( bak su demedim ) öfkeye sarılmış kırgınlığımdan... canı sağolsun...

yalan olsun isterse... ne fark eder ben doğru olduktan sonra..
bana bir girmişse ona on girmiştir elbet....
hayat 30 yıldır benden yana....


Pazartesi, Ağustos 25, 2008

twice

be careful of what you do... cause the lie becomes the truth...................
ben demedim... eğer iyi bir müzik dinleyicisiysen kimin dediğini bilirsin...
konu o değil.. konu bu da değil.. konu da yok bu sefer... ama yazmaya engel değil ki "no subject".. I always generate one... - bu benim cümlem evet..

her şeyi doğru mu yaptın diye sorabilirsin...
hangisinden bahsediyorsun derim..
bu.. dersin...
evet derim...

neden.. neden ama...

dürüstlükle kalp kırmadığım için...
düşünmeden konuşmadığım için...
kusacağım yemeği yemediğim için...
sevmediğim çayı içmediğim için..
işte o derece kendim olabildiğim için..
anlar mısın...

severken de.. hönküre hönküre ağlarken de...
bir iskelede feribota koşarken de..
sabah da.. gecede de...
içimden geçen her şeyi söylerken
yazarken
yaparken...
hiç çekinmediğim için...
anlarsın

seni anladığımı söylerken yüzünü kaplayan şaşkınlıkta
benim anlayıp senin söylemediğin diğer tüm duygularında da
dokunduğunda
dokunmadığında...
karanlıkta bakarken ve bakmazken
bakarken ama görmezken..
belki de şimdi kimse ne yazdığımı anlamazken...
sen de
anlamazsın

varsın olsun... varsın olsun evet....
ama yoksun...
demek ki olamaz...

çok mu gururluyuz şimdi..
anlamak çok mu olgun yaptı..
istiyorum.. yok hayır istemiyorum derken.. dürüstlüğün anasını mı belledik...
acımasızlığa kaç adım attık... yüzümüz ne kadar karardı diğer tarafa döndürünce... bir yatak ne kadar büyük oldu iki kişi için.. önce 4. topa vursam sonra 7'ye ne farkederdi ki.. bilardo mu oyun... aşk meşk mi... pil yok bu kalpte... kan dolaşıyor.. tutku turlar atıyor bir kapakçıktan diğerine... biraz düşünmek lazımdı cümleler üzerine.. yoksa.. aşk dediğin nedir.. mutlu eder.. mutsuz eder en fazla.. topluluk içinde ağlatır.... herkesi kendine baktırır utanmadan.. su olur çıkar gözlerden... düştüğü yerde olmayan çiçekleri sular...
giderim
gidersin
sen bitmezsin... ben hiç bitmem... dolu yaşamanın verdiği hazla bir tur atarım 400 metre engelli tadında... tüm engelleri devirsem ne yazar bu yaştan sonra... "sevilmenin" şımartmadığı bir erkek yok.. şımarınca kırıp dökmeyeni de............

çok yazdım ben sana.. çok konuştum... bu kadarına gerek yok
vururum ama öldürmem..
merak etmeyesin.

yazıp yırttığım şey şöyle bitiyordu yanlış hatırlamıyorsam

........... acıkmadım
saçların kabarmadı
ilk yarı daha iyi çaldınız evet...
Lucifer'ı öp benim için...
saçlarım için havluya ihtiyacım vardı üzgünüm...
seni seviyorum
kocaman bir hoşçakal.

dibine not: tek pişmanlığım küpemi evinde unutmuş olmam.. öyle bir vicdani rahatlık...
dibine not2: barış'a kaçıncı teşekkür edişim bilemiyorum........... sen ne adam'mışsın be canım.. sağol var ol... var olduğun için sağol hatta

Pazar, Ağustos 17, 2008

the whole truth

siyah ve beyaz'ın varlığına inandım bir tek.. gri'leri reddettim...
oysa arada benim olmadığından göremediğim bir çok yeşil, mavi ve kırmızı'lar da varmış... bu dünya zaten kendi ve güneş etrafında dönmekten yeterince yorgun, bir de onlar döndürmese kendi etrafında... ben bile dünyaya ait hissetmezken kendimi, o nasıl bir tek benim olabilir...
dünya nüfusu toptan büyüsün artık... bir gün 24 saat olmasın... değişsin bazı bazı.. üzüldüğümde kısalsın.. sevindiğimde uzasın.. hep uzun kalsın.. uzayamazsa kısaları birleştirelim.. tüm hayatım tek bir gün olsun.. binlerce saatin sonunda denizlere gömsünler beni... neden günler ve ölümler var aklımda onu da bilemiyorum aslında...
kafam darmadağınık.. cümlelerimden beter... değişmeliyim bazı konularda.. sonuçları defalarca enfekte etmiş iç organlarımı, bu akıllanmamak niye.. böyle olmamak lazım.. açmamak lazım pattadanak kendini.. bunun ömrü sekiz gün olur dokuz değil.. onuncuda alışır, onbirde şımarır, onikide kırar, onüçte defolur gider.. erkek denen beşer çabuk alışır, çabuk sever.. bi özler bi özler.. sen daha başlarken o biter...
bir şey mi oldu dersen.. olmadı hayır... sorun mu var.. yok.. ama biliyorum.. hissediyorum... beynimle hissediyorum.. tecrübelerime kaydırıyorum ana avrat... bu sefer diyorum.. farklı biri olmaya çalışmalıyım.. sömürülecek bir duygum da kalmadı artık engin'den sonra.. ( ya ilk defa adını yazabildim di mi.. cisimlikten isimliğe geçti artık o ) bir milad idi kendisi matematik dolu sayı doğrumda.. sayısız sayılarla dolu hayatımda, onu bir "3" yapabilmiştim nerdeyse.. ve ondan sonra başka biri başka bir şey olmalıydım ben.. bu yolda doğru ve doğru parçalarını yakmak da vardı belki de haybeye, ama "bana bir şey olmasın" idi artık.. yapamadım... huylu huyundan vazgeçemedi..
bana sen farklısın diyen tüm adamlar aynı ....
kadınların farklısı oluyor da sanırım tüm erkekler aynı...
mesela kedilerin farklısı oluyor ama tüm köpekler aynı..
su denen şey.. kar iken farklı yağmur iken farklı..
içerken kana kana.. hep aynı..

bugün kırıp yarın çaresine bakarız diyenler.. bugün bitince bitiyorsunuz.. yarın yok ki bende.. peşisıra gelen "bugün"lerden ibaretim ben.. anlatamıyorum.. gerçekten sayılmıyorum ben sanırım.. ancak çekilip gidilince ya da çekip gidince anlaşılıyorum... bir tedbir sunuyorum, sizi bilemem; kendimi çok iyi bildiğimden sadece, .. ama umursamıyorsunuz.. umursanmayıncaya kadar da anlamıyorsunuz..

"önemsenmiyor" gibi hissedince önce ölürüm.. sonra dirilip öldürürüm ben...
bu işin özü bu.. ister takarsın ister sallarsın.... ama sonra ben ne yaptım da gitti deme...

Cumartesi, Temmuz 26, 2008

ölümü gör dinlemezsen:)




haha.. valla bakarım play counta...
ya ben bi de bu diziyi izlesem ne olacak.. ama bilimkurgu konusundaki düşüncelerim malumdur.. zaten hiçbir dizi, film vesaire konusunda fanatikliğim yok.. - belki bir ya da iki - neyse kapatalım bu konuyu.. :)
ya bak şimdi aklıma geldi bende epey bi dizi soundtrack'i var.. bi gün taa spawn'dan başlasak ( ne güzeldi onun animasyon dizisi. Cine5 mi verirdi neydi ) dexter, prison break falan çarpıştırsak.. ( sonunda battlestar galactica'yı birinci çıkarsak ) ve bunu hatta Sunipeyk'te yapsak.. ne zamandır pisletmiyorum orayı..
neyseee...

neler oluyo..
bu gece itibarı ie kırpık ve çağın nişanlandı..
bugün gene ocaklar'a doğru bisiklete bindim.. dönüş yolunda bi motosikletli takıldı.. komik bi şekilde gidiyo, duruyo bekliyo.. sonra ben yanından geçince o da devam ediyo.. bu böyle tüm yol boyu devam etti.. hayır insan böyle bi tacizden nasıl bi zevk alır.. şehir içine geldiğimizde de devam etti.. nerdeyse kaza yapıyoduk..adam sahildeki dövmeci çıktı bu arada..
başkaaa...
Bora geldi hoş geldi.. onun gitgide büyüdüğünü olgunlaştığını ve çok tatlı bi adama dönüştüğünü görmek acaip keyifli.. sabah erken saatte bisikletle çıkıyoruz.. hale gidip canlı balık alıyoruz.. geçen gün birlikte ilk trafik denememizi de yaptık.. başarılıydı..
haftaya cuma işbaşı.. çooooooooook erken evet.. dolayısıyla o vakte kadar yazmakta olduğum oyunu bitirmem lazım.. bu sefer Çehov'un bi hikayesine dadandım.. güzel oluyo güzel.. bi müzik aşamasına gelsem.. ya ne düşündüm bu oyunları toplasam.. okullara satsam memlekette köşeyi dönerim .. nitekim okullarda en büyük sıkıntılardan biridir.. dur ben bunu bi düşüneyim... hatta yanında müziklerini de vereyim...
ctesi istanbula gitmeyi planlıyorum.. dövme için randevulaştık Erdoğan abi ile.. sabahtan gidip, öğleden sonra kendimi dövdürüp, buddy ile buluşulacak.. kankitom da çağırıyor edirneye.. hatta Trakya'nın alkol fışkıran toprakları da çağırıyor.. ama ptesi iş gene anacım.. bakıcaz neyse... - şimdi kankitomun tahmini yorumum "andrigot sen buddy ile buluşursan kalırsın orda o gece" olacaktır:)))
ya başka da bi şey yok..
aslında deniz kenarında yaşayacak olma fikri içimi kıpraştırıyor.. her sabah kalktığımda görmek, kışın yağmurlarda fırtınalarda bomboş kalacak bu kentin sahilinde oturup onu izlemek, resimlendirmek.. orda oturup yazmak, içmek, ıslanmak.. hadi artık sevgili tatilciler bi s.ktir olun gidin, bana bırakın mekanı..
bi de uzun zamanlardan sonra ilk defa TV açıyorum bugünlerde.. düşüncede bi değişiklik yok.. haaala zaman kaybı olduğunu, onun başında oturacağıma gider sahilde koşarım, bisiklete binerim, bi feribota atlayıp adaya giderim, bi trene biner antepe giderim düşüncesindeyim.. ama yaz ekranı diye bişey var ve korkunç ötesi.. haber ve evlenen insan dışında bi numara yok.. haa bi de kim kiminle programları.. TV sesi beşinci dakkadan sonra ciddi anlamda tahribat yaratıyor.. kitap bile okuyorum bea:)) - yok valla sadece Adam Fawer faktörü.. her yaz bi kitap yazıyo saolsun benim için:)
bu arada demeden geçemicem.. kankitomla eski zamanlardaki sıklıkla irtibat halinde olabilmek güzel geldi.. ya insan bir şehirde bu kadar mı uzak olurmuş her şeye.. evet onun için gittim biliyorum.. ama öyle uzak, öyle ölü, öyle bambaşka bi şeymiş ki yaşanan orda.. onu uzaktan anlamak zor.. o şehri biliyor olmak da yetmez.. benim yaşadığım yerde yaşamış olmak lazım.. yaşadığımı yaşamak lazım.. ama ben ne kadar uzakmışım.. ne kadar uzakmışım.. her şeye.. kankitoma.. denize.. doğduğum şehre.. şimdi ise yakınlığın keyfini yaşıyorum.. uzak olunca değerlenen şeyler - şeyden kasıt insan - ve aslında o değeri haketmeyen şeyler, yerini bi sürü dosta, güzelliğe, yeni şeylere bıraktı.. oh...
bi de bu empatiyi okumamla ilgili psikolojik bi bozukluk gelişti bende.. böyle düşüncelere girme falan.. ya gülmeyin.. ya da gülün anasını satayım.. kimi neyi düşünsem çat oluyo.. en olmadık adamlar mesela aklımdan geçerken bi bakıyorum mesaj yollamış.. lisedeki en iyi arkadaşım vs.. son 3 gün içinde 4-5 kez oldu.. dün gece saat 2de oldu.. o saatte sekizinci rem'inde olması gereken adam bi baktım messengerda şeyediyo bana..

şimdilik bu kadar...
pazardan nefret ediyorum... pazartesi olsun yazarım

Perşembe, Temmuz 17, 2008

..


bu sefer çizdiği şeyi çattadanak buraya koymaya yüzüm tutmadı.. ben ona en az elli kez dedim "olm sen çiz ben yazayım" diye ama o tembel işte tembel.. ben de nasıl olsa kızmaz diye çalmıştım bir kez ama ikincisini yapmak artık insanlığa da sığmaz di mi:)
o yüzden şuraya bakmanız lazım.. akademik dürüstlük böyle bir şey olmalı...
şunu yapmaya uğraşmadığım bir günüm olmadı.. belki de ondan habire kaybediyorum haberim yok:)
ha onun dışında ne yapıyorsun dersen.. bu "aklımın evine varma" sevdasından ve de artık kafamı hiçbir şeye toplayamadığımdan "bir kendime gelene" dek dolanıyorum.. bu dolanma mevzuunu zaten bilirsiniz ezelden beri sevdim:) bu aralar bir de amaç katınca tadından yenmez oldu.. önce memlekete gittim bi haftasonu.. bi boğaz.. biraz bira.. bir miktar eski dost falan.. sonu beter oldu.. dönerken gene sinir harplerine maruz kaldım..
sonra bir gün iskeleden geçerken.. "ya kaç senedir buraya geliyorum.. burada yaşıyorum.. şu feribotlara binip bi yere gitmedim" dedim.. kendimi ilk kalkanla denize attım.


ahanda böyle bi şey oldu... Avşa'ya gidiyormuş kendisi.. hiç de ıssız olmayan bir ada modeli.. ama ada fikri yetti.. 2 saat deniz üstünde öylece yol almak bile yetti hatta... gider gitmez tuhaf ve komik bi kadınla tanıştım.. Havva Ana.. heh.. bir yere yerleştim.. çantayı attım odaya.. bi de şey var orda.. tek kişilik oda vermiyolar.. hatta biri şey dedi.. "bir bay bulsana yanına.." yuh ama yuh.. ben niye gelmişim sen bana ne diyosun.. aynı bu noktada konurcandan bi arak daha yapıp iki mide çizimini mi şeyetsem.. yok yok..
neyse sonra hemen biralar alındı.. gün batımı var orda.. adayız ya.. kaçırmamak lazım.. valla gerçekten de güzel battı... onu batırırken birkaç defa asphalt world, cinema, bol tom waits.. bol keith jarret ( evet dinledim.. okuyosan duy sesimi:) - o gece sabaha karşı dinlediğimiz gibi değil ama dinleyebilmeyi başardım ) dinledim... şöyle oldu..


tabii dinlenen müzik ve gün batımı ruh halinin gene içine etti.. gidildi balık yenildi.. biraz iyi geldi.. ( ama bizim mutfakta son gece yenilen somona benzemedi di mi ) gün batımı önünde fotoğraf çektiren aynı ayakkabıları giyen çiftlere bakıldı.. tam vıdı vıdı yapılırken birden dank etti.. "pardon da.. çekirdekleri ve aynı ayakkabıları olabilir.. ama an itibarıyle kimler daha mutlu dersin".. sonra sustum. Biraz bisikletle biraz bisikletsiz dolandım durdum.. biraz daha içtim.. ( hem drink hem smoke manasında )
ve sabah oldu.. 5'te çıktım odadan.. 6 feribotu için iskeleye giderken.. bir çay içtim sahilde.. gün yeni aydınlanıyordu. Güzeldi.. Ya da hiç güzel değildi.. ya aslında bu günün saatlerine falan takmamalı bu kadar di mi.. mesela öğlen vakti üvey evlat mı.. hiç atraksiyonu yok diye sevmemek mi lazım:) tamam sustum..
bindim feribota döndüm işte o oldu..
tabii yetmiyor.. kendime getirmiyor... dün gece ordan taşıdığım şarapları içtim...
gene olmadı.. - e yalan yok olmadı napayım - öğlen kalktım ocaklar tarafına doğru bir bisiklet yolculuğu yaptım.. fazla değil 20 km falan.. o biraz keyif verdi..
yarın...
yarın falan da yok...

Pazar, Temmuz 13, 2008

full stop



işte buydu üç gün önce yazılan... bugünü bekleyen..

sana bunu şimdiden yazıyorum çünkü cuma günü oraya gelmeyeceğini, haber vermeyeceğini, ne hissedeceğimi şimdiden biliyorum..
belki de bunu kendime bile bile yapıyorum.. sana nerde olacağımı söylerken aslında "gelmesin de iyice kırılsın kalbim" diyorum içten içe.. çünkü minicik de kalsa.. geride kalan bile seni seviyor şu anda.. yokolsun ki sen de yok ol...

ileti geçmişlerini okudum bugün.. söylediklerini düşündüm.. erzurumdaki günleri..
hayatımı düşündüm..
hayatını düşündüm..
seni haklı çıkarmaya çalıştım her seferinde.. dünyaya bir erkeğin, dünyaya senin gözlerinden bakmaya çalıştım.. anladığıma şaşırmadım.. birçok şey haklı çıkardı seni..
ama bir şey vardı ki..

aşk falan değil bu.. ben o kadar basit bir duygudan ağlamam bu kadar.. o mutlu ya da mutsuz eder beni.. yok da olabilir var olduğu kadar.. o bir ihtimaldir.. onsuz da yaşanabilir.. terk edersin.. terk edilirsin.. durmaz ya dünya.. bi itersin döner yeniden.. güzel sevdim güzel sevildim.. her zaman bitme ihtimali vardır.. yaşanan kar kalır.. ama zararın neresinden dönülse kar değildir işte.. sen bana onu yaptın.

bunu buraya yazınca.. okuyan herkes anlayacak.. ama sen anlayacak mısın bilmiyorum.. sana aşık olduğumda da buraya yazıp biri çıksın söylesin ona demiştim.. gene yardım ederler sanırım.. çünkü bazen kim yakın kim değil belli olmuyor.. senden çok yaklaşanı olmamışken şimdi görünmeyecek kadar uzaktasın.. ufkumda bile yoksun..

nasıl desem ki sana..
hazmedemediğim ne..
ben ki her zaman açıktım.. ben sana neleri açtım.. bu sana bir sorumluluk versin diye değildi ki.. ben seni elinden tutup sürükleyecektim.. çabaydım boktan hayatlarımızda.. sen gitsen de olurdu gelsen de olurdu..
ama..
ama işte..
zaman.
zaman vermez miydim sanıyorsun.. ama sen benim bir gece otobüste nasıl ağladığımı biliyor musun
bir günlüğüne trakyaya gidip gelirken o saatlerin ne kadar uzadığını.. o yolda yalnız olmayı...
çay içerken bile gözlerinin dolmasını
..
ya ben sana daha açık söyleyeyim..
en açığını söyleyeyim..
ruhunu bedenini geç... hayatını açtığın erkek tarafından
adam yerine konulmamayı kabul edemiyorum
terk edilmeyi bile hak ediyor olabilirim
ama bu duyguyu yaşamayı reddediyorum.

dibine not: dünyaya neden başkasının gözüyle bakmaya çalışıyorum ki.. o haklı olsa kendince.. ne yazar.. kendi gözleriyle kendi dünyasına bakmaya korkan bu adam için... olmamalı böyle.. diyerek .. kendi gözlerimi kendi yoluma diktim.. ve kendi tarafımdan görünce.. öyle bir koydu ki yapılan..
dibine not2: cuma gecesi sevgili subraindog'un söylediği bir şey aklımda hiç çıkmayacak hiç..
dibine not3: çok güzeldi konser.. ama ondan da güzeli.. sabaha karşı boğazın diğer kıyısına geçerken hissettiğim duygunun temizliğiydi.. az önce paramparça olmasına rağmen..
dibine not4: öyle büyük bir ders aldım ki... kimse "ben" kadar aşık olmasın..


fondaki müzik: Brett Anderson - The Asphalt World - Live at Union Chapel 07
ve ardından.. Brett Anderson - The Asphalt World - Mermaid London 08.07.2008 ( bu daha çok büküyor )
ve ardından Suede - The Asphalt World - Live at Phoenix 1995 ( buna bir şey demek zor.. yağan yağmurdan mı.. solodan mı.. davuldan mı.. benden mi bilinmez.. acaip bir son vuruş.. )
fondaki ruh hali: tamirdeyim gelicem..

Cuma, Nisan 11, 2008

anlaşıldı tamam

zor oldu ama anlaşıldı...
sevdiğimi sandığım adama az önce -kendimi de aşarak aslında- bir kez daha onu özlediğimi söyledim.. ve birçok şey daha.. ziyadesiyle sevilmiş ve de özlenmiş olmaktan gerek -hiç farketmese de- sahip olabileceği en soğuk ve de en yabancı haliyle bana:
sen benden çok küçük şeyler istiyorsun ama bunlar beni yoruyor.. hayatımda bir sürecin içindeyim ve bunun seninle ilgisi yok ................... dedi..
ona "bana bir şey söyle bir cümle kur içindekileri özetlesin" dedikten sonra bana kurduğu cümle tamamen ve sadece budur.. haa bi de şunu ekledi.. "son diye bir şeye inanmam.. bu gece için son budur.. ama başka bir gece başka bir şey söyleyebilirim" .. okuyana komik okuyana delilik geliyor olabilir.. okuyana ben de öyle geliyor olabilirim.. ama diyelim ki yaptıklarımın ve söylediklerimin yalnızca bir tek sebebi var.. bulanıklığı yok etmek.. gözlerin altındaki gerçekleri bir kez daha çarptırmak yüzüme.. ve o en kötü "yüzüyle" çarptı gerçeğini bana.. ben ağzından çıkanları yazayım ki bu deftere; unutmam mümkün olmasın..
unutulacak gibi değil aslında..
oysa bilmiyor ki.. benim bu gecemle yarın gecem farklı değil.. ama beynimin iç organlarıma müdahele ettiği, yönetimi devirip başa geçtiği.. evet aklımın başıma geçtiği gece bu gece.. ona "bak senden uzaklaşıyorum ben içimde ve bu beni korkutuyor" dedim en samimi cümlelerimle.. inanmadı... aslında ona demek istedim ki.. "bak.. ben bu kadar debeleniyorum ama bitiyor.. bak ben senden gidiyorum... ben gidince dönemiyorum.. kırk yılda bir kalbim bi işe yarıyor.. bırak sevsin seni.. yoksa ben gene aynı ben olacağım.. sana karşı söylediklerime aldanma.. bir de başka bir ben var.. hazır o uyuyorken uyandırma.. uyandırmasaydın.. "
ama olmadı..
bu adam bunca sevildiğine güvendi - hata bende mi çok sevdiğimi söyleyerek.. müstahak mı bu şımarık adamlara değersiz hissettirmek - .. susmayı tercih etti.. ama.. ama..
yani uzatmadan.. dolandırmadan.. şöyle ki...
aylar geçecek belki.. belki daha da az...
ben........ "ben ne yaptım" dicem...
o.......... "ben ne yapmadım" diyecek..
kimin içi daha rahat olacak eninde sonunda.. versene cevabını bana..
işte hayattaki tüm çabam bundan.. o yüzden giderken içim rahat

Salı, Nisan 01, 2008

alıntı değil çalıntı


almadım çaldım...
aynı alınmadığımız.. sadece çalındığımız gibi...

çizmedim ben tabii ki... çok istememe rağmen.. genlerime rağmen... çizemiyorum.. bugüne kadar "al bunun üstüne yaz" dediklerinin dışında hiçbir eserini! çalmadığım sevgili dostumun bu eserini araklamakta hiçbir sakınca görmedim... hem çok bencilce hem çok "bencilce değil" bir sebepten..

bilmem kızar mı hakkında yazdığıma.. çizimini çaldığımdan daha fazla.. ama tanırız bunca zamandır birbirimizi.. kızarsa da kızsın... :)

doğumgünü falan değil.. antalya'da birlikte içtiğimiz.. hafiften sümüklendiğimiz akşamların ardından da yazmadım.. demek ki hiç haber niteliği taşıyan bir tarafı yok.. ama üzülüyorum be canım.. bazen kendime bazen ona.. ama genelde bizi anlamayan topluluğa.. biz ki toplasan 2-3 kez bağlanmışız birilerine ya da bir şeylere hayatta.. biz ki geveze görüntümüzün ardında çok az cümle kurmuşuz onlara.. bu hıyarlık niye ama niye.. ( bu cümlenin böyle bitmesi gerektiğinden emin değilim ya neyse )

içim bi tuhaf oldu bu çizdiğini görünce.. hikayesini bildiğimden değil.. sesindeki.. yüzündeki bıkkınlığı duyduğumdan ya da gördüğümden de değil.. aklıma önce kendim ( bencil dedim ama ) sonra kedi'm.. sonra konurcanım geldiğinden.. bu şanssızlıktan ( en kolay bu kelimeye alışıyor insan ) bu sıkılmalardan.. biraya vurulan bu sarhoşluktan.. bu belli olmayan yalnızlıktan.. dağlardan.. denizlerden.. uzak uzak şehirlerden.. aklıma gelen ve sana bahsetmeyeceğim birçok şeyden....

içim çok tuhaf oldu bu çizimden evet...
kendi başıma gelenden çok üzüldüğümden.. o kalbini tek parça kesmiş en azından.. ya ben? toz duman.. darmadağın.. parçaları verdiklerimden geri alınmayı bekler...

ona söyleyecek bir şeyim de yok.. kendime yokken.. ben laf anlamazken.. ama "iyidir iyi" diye yaşarken.. "gel birbirimizi itelim falezlerden" demek geliyor bazen içimden... ama bak o elinde robot resim :) kalbini arıyor kaleiçinin sokaklarında belli ki.. belki bi gören çıkar da.. geri verir mi bu saatten sonra..

ya da belki son verdiğinde kalmalı..
nasıl olsa sende, bende, ve bir grup daha benzeşen beşerde bundan epeydir yok.. e yaşayabildiğimize göre.. bırak be canım.. bırak onda kalsın.. belki beynine bizi hatırlatır...

ve bu çizim çok üzdü beni konurcanım..

dibine not: konurcanım kim dersen.. uğraştırma beni.. altta bi link olacak.. "zoo" diye.. orda..

Cumartesi, Eylül 08, 2007

deli

yani varsayın ki şurada bir huni resmi var ve de kafamda.. iki gündür yaşadığım tuhaf şeyler beni alenen delirtmekte..
olay incelemesi bir:
- dün akşam saatlerinde bakkala giderken kaldırımda minik tefek ( üç yaşında falan ) böyle sarı düz uzun uzun saçları olan.. mavi minicik bisikletinin üstünde durmaya çalışan bir çocuk gördüm. Tam yaklaşıyordum bu durduğu yerde bir yana devrildi.. hemen gittim yanına tuttum kolundan.. bir yandan da bisikleti kaldırdım.. tam sevgi dolu gözlerle kendisine bakarken, bana aynen şu cümleyi sarfetti: "ne geliyosun be, seni çağırdık mı salak?" aha.. nasıl ya.. ya üç yaşında velet bana salak diyor.. hahahaha.. içimden bisikleti bi tarafa onu bi tarafa fırlatmak geldi..
olay incelemesi iki:
- bugün annemin açık otobüs biletini saatlendirmek için otobüs firmasına gittim.. kadın baktı tip tip.. o tarihteki gece istanbul otobüsünün saati belli değil daha.. olur mu ama.. o tarih dediğiniz 5 gün sonrası hanımefendi.. biz onu göndeririz merak etmeyin.. 12'de falan olur.. ya bakın saat önemli ama sabah uçağa yetişecek bu kadın..
ne olduysa ondan sonra oldu.. kadın ayağa kalktı bağırmaya başladı: "ya senle mi uğraşcaz beee, ay ben burda bi hafta kalırsam böyleleriyle.. ölücem" .. bak seenn.. haha.. neyse ben dinliyorum sakin sakin.. bi de böyle durunca daha bir kıllanıyolar.. tepki vermeyince.. ama insanlar dönüş için bilet olayında, otogar kalabalık.. herkes bize bakıyor.. daha doğrusu kadına.. bi ara ayağa kalktı: "ver şunun parasını" diye bağırıyordu.. "şu" ha.. hadi bakalım.. kız "ama veremem açık bilette iade olmuyor" dedi.. insanlar bana döndü... ve daha fazla dayanamadım. ."si.e si.e verirsin patron".. hahah.. hatun şokta.. sonra öbürüne döndüm.. sana söyleyecek bir şeyim yok.. sonra hemen başka bir firmadan aldım bileti.. eve geldim aynı sakinlikle firmanın çağrı merkezini aradım.. kibarca döşedim:)

ya işte böyle.. hava da bozdu zaten.. gitmeme de birkaç gün kaldı.. en iyisi lodosu seyretmek deniz kenarında.. insanlara karışmadan.. düşenlere kalkanlara bakmadan..

edit bir: söyledikleri ve yaptıkları bir olmayan herkes taş olsun eşşek olsun..
edit iki: hala aynı şeyi düşünüyorum..

Cuma, Ağustos 31, 2007

istavritler ve sen

aslında her yaz mutlaka balık olayımı anlatırdım.. gerçi iki sene önce gene böyle balıklı bir yazı sonrası rıfat mıydı.. rıfkı mıydı... adamın biri acaip döşemişti.. bööle ana avrat.. ama bu sefer bu yazının ana fikri tuttuğum ya da tutamadığım balıklar değil.. benim talihsizlik boyutum..
her zamanki gibi özcan amca ile çıktık balığa.. tekneyi öndekine bağladım.. bugün balık fazla yoktu... ama önemli olmuyor gerçekten de.. yani insan sadece dertlerini düşünmemek amacı ile bile çıkabiliir balığa.. saatlerce çapari sallamaktan kollarınız ağrır.. elleriniz balık kokar.. yemliyorsanız.. midye kokar.. sadece oltanın hareketini düşünürsünüz.. başka bir şey düşünmek isteseniz de gelmez aklınıza.. birkaç saat sonra döneceğiniz hayat yoktur denizde.. o denizde biraz balık bolca huzur vardır.. eski siyah şapkanız..siyah atlet ve şortunuz.. ve siz.. her baktığınız yer denizdir.. mavidir.. güzeldir.. bazen hiç balık gelmez saatler geçer.. rüzgar poyraz olur sırtınızı üşütür ama değer.. çünkü dört saatliğine de olsa ruhunuz özgür.. içiniz boş.. dinginsinizdir..
saat 7 falan olduğunda arkamıza başka bir tekne yanaştı.. onları da bize bağladım.. saat 8'i geçiyordu.. balık sayısında hissedilebilir bir artış gözlemlenmekteyken.. yani huzurda son halka da tamamlanmışken..
o da ne..
tanıdık bir müzik.. pardon ne oluyor ya.. ne oluyooooooooor..
olamaz.. pinhani.. "dön bak dünyaya".. en sevdiğim pinhani şarkısı olmakla birlikte.. yani onun dışında.. bir tatsızlık sonrası sevilen bana yollamıştı o şarkıyı.. kadıköydeki son gecelerden birinde geçtiğimiz bir yerde çalan "yıldızlar".. velhasıl bana her şey seni hatırlatıyor hesabı.. pinhani dinleyemez oldum bir süredir..
ama yani denizin ortasında.. arkamıza bağlanan tekneden gelen pinhani .. yani gerçekten de marmara'nın göbeğinde.. ama talihsiz deveyi çölde kutupayısı.. hesabı.. bu kadına gerçekten huzur yok.. bu kadına hayat hiç de yardımcı olmuyor..

fon müziği: Şebnem Ferah - Geçmişe Yolculuk
fondaki ruh hali: yalan söyleyemem.. iyi değilim..
fondaki değişiklik: almost human aynı.. ve fakat.. yazan hala iki sene önceki insan.. unutmamaktan değil.. unutturmamaktan ötürü... bir de böyle daha iyi hissettim..

Pazartesi, Temmuz 23, 2007

third person singular ( x 2 )

neden başladım ağlamaya..
anladıysan.. ver mendilin varsa yanında..
ver.. eminim vardır yanında..
bekle dur.. ya öl ya sev.. ya sus ya doğruyu söyle..
nasıl başlasam utanmadan konuşmaya..
gözyaşım var.. sözlerim yok anlatmaya..

hayır.. bu satırları ben yazmadım.. sadece müziği açtığım anda başlayan bu şarkı, bu hikayenin sonu aslında.. Sanki başka biri görmüş onları, Kadıköy'de o sokakta, o dükkanın basamaklarında.. dikilmiş bakmış ve söylemeye başlamış..
hikayedeki kadını tanımazsınız siz.. adamı da.. ve ben size onları tanıtarak vakit kaybetmek, kelime kaybetmek istemem.. üçüncü şahıs onlar.. öyle kalsınlar..
madem sonunu bağladık bir şarkıyla; hikayede geriye gidelim.. zamansız bir öykü olsun..

zorla gönderildiği bir simit evi'ne gitmeden önce bir süre dolandı durdu yollarda.. sonunda laf dinlemiş olmanın verdiği hazla ( ilk defa ) bir limonata ve bir açma aldı kendine.. açmanın zeytinli çıkması üzerine acaip sinirlendi.. Ne de olsa içinde zeytin olan bir açma "zeytinli" olarak tanıtılmalıydı.. ama tuhaf bi şekilde satan adama kızmadı.. sadece limonatayı içti.. ve son kalan iki sigarasını.. kalktı yoluna devam etti..
oraya nereden gelindi dersen..
oraya parktan gelindi..
parka nereden gelindi dersen..
kadıköy'de bir sokaktan..
sokağa nereden gelindi dersen..
işte onu hiç sorma.. işte o arası.. o merdivenin 100 metre gerisi, önünde halı topları olan okulun 50 metre ilerisi, bir yokuşun tam ortası, saatin 7.30'u.. adam öndeyken..
- seni sevmiyorum..
- nasıl yani beyninle mi konuşuyorsun.. iç organlarınla mı..
- ikincisi..
.........
- gelecek misin..
- bi yere oturmam lazım benim..

işte tam da bu noktada, az önce bahsedilen merdivenlere bir ok çıkartılır.. o merdivenlerde kadın durmadan ağlar.. aynı sevdiği şekilde ağlar.. konuştuğundan bile sessiz.. adamın en fazla gözleri dolar..
- ama sarılıp uyuyacaktım ben sana.. gece uyandığımda seni görecektim..
- bak ben sana seni sevmediğimi söylüyorum..
- sevmiyosun yani..
- hayır.. sevmediğimi söy-lü-yo-rum...

buraya da bir cafenin teras katından gelinmiştir.. mars ettikten sonra yarım bırakılan bir tavla, zamansız gelen bir martı.. ve olacakların habercisi bir cümle.. : seni istemiyorum..
apartmanın önündeki merdivenlere oturdular.. kadın ağlamaya devam etti.. içindekileri dökerken gelen geçen ona baktı.. adam kadının elini tuttu ( niye ) o merdivenlerde.. o parkta.. daha fazlası da olurken.. görenler "seven kadın sevmeyen adamla öpüşüyor" dediler.. sevmiyorum diyen adam.. seviyorumdan başka bir cümle kuramayan bir kadın..

ve hiçbirinizin tanımadığı bu meçhul kadın, bu gece o adamın yüzüne dokundu.. uzandıkları çimenlerde uzaktan gelen köpek seslerine aldırmadan, birbirlerini dinlediler.. ama her ne olduysa kadın, o yokuşun ortasında kaldı.. böylesi daha doğru ( seni sevmiyorum ) , ben sana aşıktım ( seni sevmiyorum ) , uzaklara gidiyorsun ( seni sevmiyorum ) , elini tutarken, sarılırken ( seni sevmiyorum ) .. o cümlenin üstünden atlamak mümkün müydü..

daha doğru.. daha iyi.. daha her neyse artık.. kadının tuzbuz olmuş kalbi bir müddet nefes aldırtmayacak o bedene.. ama son sözleri var..

eğer beni düşünerek kurduğun bir cümle varsa bugüne dair.. hiçbir cümle bu akşamki kadar üzmezdi.. hiçbir şey o cümleden sonra tuttuğun elimi affettirmezdi.. hiçbir kadın bu kadar gurursuz olmazdı o parkta.. ve hiçbir erkek bu kadar rahat yalan söyleyemezdi o yokuşta.. ben senin pişmanlığın kadar ağlarım eninde sonunda.. özlersen.. bil ki hala kokun boynumda..

ve siz ne bu kadını tanıyorsunuz.. ne de adamı..

Cuma, Haziran 22, 2007

elv..

tamam mantığına aşık bi adamım ben.. onsuz hareket etmem.. ama.. bi anlasan.. içimde büyük bir ur gibi.. bi tomar kağıt gibi.. koca bi taş gibi.. bi duygu kütlesi de var..
ama az önce de dediğim gibi sana.. hayat bir tesadüften ibaret.. bir an vardır.. gelir geçer.. bi daha da gelmez.. herkes düne ya da yarına bakarken.. aslında her saniye bir dün bir de yarın yaratmaz mı.. bugün'e ne zaman tutunmak lazım.. o telefon çaldığında di mi..

Salı, Haziran 12, 2007

özetle

dün gece s. nin kardeşinin düğünü vardı.. onun kardeşi olmasının yanında bir de daha evvelden aynokulda çalışmış olmanın verdiği "bakın ben damadı da tanırım" edasıyla lappadanak erkek tarafı ( böyle derler di mi ) masasına kuruldum.. yani s. bir ev sahibi bir ev sahibi.. görmeniz lazım.. allahtan babası unutmadı beni de bi "rakı, bira falan ne içersin kızım" diyerekten kalbimi kazandı.. e ne içtiğimi tahmin edersiniz yazmaya gerek yok..
neysem.. düğün güzeldi işte...
çok geç değildi çıktığımda.. taksi için her zaman takıldığım mekana gidiş.. bir tesadüfle süslenince bir müddet de orda oturdum..
1 falandı eve geldiğimde.. sonra biraz daha sohbet..
2 itibarıyle uyumaya çalışıyordum..
ve sabah -bak bu gerçekten ilk kez oluyor- uyanamadım.. s.ye bi telefon... alooo.. yeni kalktım ben.. beni de alsanıza giderken.. bu apar topar vaziyet içinde başlanan günde nooldu.. rezil bi gündü.. bütün gün yorgundum.. uykuluydum... canım da sıkıldı.. velhasıl saatleri saydım.. sebepsiz değildi sıkıntılar.. ama yine de abarttım.. ve gün bitti sanıyorsan da yanılıyorsun.. akşama mezuniyet var.. diploma falan filan.. saat 10-11'e kadar okuldayım.. ya bi akşam da evimde otursam..
yani nedir..
canım sıkılmış.. çok sıkılmış.. sabah da uyanamamışım zaten .. o olmuş..

Cumartesi, Mart 17, 2007

....

kafam bozuk.. kafam çok bozuktu bu akşam.. kafamın bozuk olması çok normaldi.. kafam bozuk olmasa acaip olurdu zaten.. içmem lazımdı bu akşam. bişeylerle içimi uyuşturup, katil olmadan, katilim ya da katili olmadan kendimden geçmeliydim...
sinem be.. hadi gel..
gelemem kızım.. - e malum onlar çocuk çömbelek.. biz bi nevi sap .. yarı sap -
sen gel.. bira var..
rakı var mı rakı..
e var tabii ( trakyada komik bi cümle bu.. hani tuvalette tuvalette tuvalet kağıdı var mı gibisinden )
tamam geliyorum..
gittim.. yine iyi ettim... belki biraz da sarhoş olabilsem iyi ederdim... ama sarhoşluk geçti benden.. ben diyim 5, sen de 10 yıl önce...
saat 00:30 falandı.. e hadi gidiyim ben artık..
giderim ben.. yok olmaz ben bırakcam... saat kaç oldu.. kızım çocuk muyum ben.. olmaz olmaz..
gerçi sanıyorum, arabayı bulunduğu yerden çıkarmanın verdiği karın ağrısı pişman etti onu 10. dakkada ama poh sürdürtemedi yiğitliğe..
benim canım ekler istiyo..
tamam bakarız pastaneye..
bu saatte açık olur mu ki lan..
olur..
olmaz..
baktık netekim.. kapalı.. o sırada sinem bi adam gördü içerde hareket halinde.. "bak bak biri var... yürü yürü bakalım"..
gittik dayadık kelleyi cama kimse yok... geri geldik arabaya..
bak bak biri var orda.. ya bak ya biri var.. ya hayalet mi görüyom ben biri var diyom.. bak bak.. ya bak ya..
görmeme rağmen bi süre görmezden geldim.. eğlenceliydi.. içerde telefonla konuşan biri vardı...
ya belki de biri gece yarısı dayandı kapıya diye polise haber veriyodur...
tamam gidelim abi..
gidelim...
hayalet varsayıp... gidildi...
sonra eve gelindi..
sourberry'de perfect day dinlendi.. estranged dinlendi.. şimdi ise teoman dinlenmiyo..:)
bu gece olabilceği optimum güzellikte ilerliyo

Pazar, Şubat 18, 2007

aylık rapor

to whom it may concern..
son bi ay içinde yaptığım iyi şeyler aşağıda sıralanmıştır..

1. edirne'ye taşınmak ( e şimdilik iyi şeyler kısmında zaman ne getirir görecez.. )
2. yalnızlaşan yaşam
3. sinem'in her "hadi bira aldım gel" ya da "bira aldım geliyorum" telefonuna olumlu karşılık vermek
4. hayatımda ilk defa dilenciye para verdim. ama iyi bişey mi yaptım bilmiyorum.
5. eski bi arkadaşımı aramak
6. 5+1 i duvara asmak ( komik görünüyo ama iyi ses veriyo )
7. "olmayan şablon"da karar kılmak
8. ıslanan klavyeyi söküp kurutmak ( aksi takdirde kapalı bilgisayara mal mal bakıyo olcaktım )
9. okulda sakız çiğnememek ( her yerimizde sakız var ama çiğnemiyoruz di mi sinemcim - pardon :)
10. balkona gelen kediyi evdeki oyuncak köpekle korkutmak.. çok eğlenceliydi
 


. © 2008. Design by: Pocket