Pazartesi, Temmuz 23, 2007

third person singular ( x 2 )

neden başladım ağlamaya..
anladıysan.. ver mendilin varsa yanında..
ver.. eminim vardır yanında..
bekle dur.. ya öl ya sev.. ya sus ya doğruyu söyle..
nasıl başlasam utanmadan konuşmaya..
gözyaşım var.. sözlerim yok anlatmaya..

hayır.. bu satırları ben yazmadım.. sadece müziği açtığım anda başlayan bu şarkı, bu hikayenin sonu aslında.. Sanki başka biri görmüş onları, Kadıköy'de o sokakta, o dükkanın basamaklarında.. dikilmiş bakmış ve söylemeye başlamış..
hikayedeki kadını tanımazsınız siz.. adamı da.. ve ben size onları tanıtarak vakit kaybetmek, kelime kaybetmek istemem.. üçüncü şahıs onlar.. öyle kalsınlar..
madem sonunu bağladık bir şarkıyla; hikayede geriye gidelim.. zamansız bir öykü olsun..

zorla gönderildiği bir simit evi'ne gitmeden önce bir süre dolandı durdu yollarda.. sonunda laf dinlemiş olmanın verdiği hazla ( ilk defa ) bir limonata ve bir açma aldı kendine.. açmanın zeytinli çıkması üzerine acaip sinirlendi.. Ne de olsa içinde zeytin olan bir açma "zeytinli" olarak tanıtılmalıydı.. ama tuhaf bi şekilde satan adama kızmadı.. sadece limonatayı içti.. ve son kalan iki sigarasını.. kalktı yoluna devam etti..
oraya nereden gelindi dersen..
oraya parktan gelindi..
parka nereden gelindi dersen..
kadıköy'de bir sokaktan..
sokağa nereden gelindi dersen..
işte onu hiç sorma.. işte o arası.. o merdivenin 100 metre gerisi, önünde halı topları olan okulun 50 metre ilerisi, bir yokuşun tam ortası, saatin 7.30'u.. adam öndeyken..
- seni sevmiyorum..
- nasıl yani beyninle mi konuşuyorsun.. iç organlarınla mı..
- ikincisi..
.........
- gelecek misin..
- bi yere oturmam lazım benim..

işte tam da bu noktada, az önce bahsedilen merdivenlere bir ok çıkartılır.. o merdivenlerde kadın durmadan ağlar.. aynı sevdiği şekilde ağlar.. konuştuğundan bile sessiz.. adamın en fazla gözleri dolar..
- ama sarılıp uyuyacaktım ben sana.. gece uyandığımda seni görecektim..
- bak ben sana seni sevmediğimi söylüyorum..
- sevmiyosun yani..
- hayır.. sevmediğimi söy-lü-yo-rum...

buraya da bir cafenin teras katından gelinmiştir.. mars ettikten sonra yarım bırakılan bir tavla, zamansız gelen bir martı.. ve olacakların habercisi bir cümle.. : seni istemiyorum..
apartmanın önündeki merdivenlere oturdular.. kadın ağlamaya devam etti.. içindekileri dökerken gelen geçen ona baktı.. adam kadının elini tuttu ( niye ) o merdivenlerde.. o parkta.. daha fazlası da olurken.. görenler "seven kadın sevmeyen adamla öpüşüyor" dediler.. sevmiyorum diyen adam.. seviyorumdan başka bir cümle kuramayan bir kadın..

ve hiçbirinizin tanımadığı bu meçhul kadın, bu gece o adamın yüzüne dokundu.. uzandıkları çimenlerde uzaktan gelen köpek seslerine aldırmadan, birbirlerini dinlediler.. ama her ne olduysa kadın, o yokuşun ortasında kaldı.. böylesi daha doğru ( seni sevmiyorum ) , ben sana aşıktım ( seni sevmiyorum ) , uzaklara gidiyorsun ( seni sevmiyorum ) , elini tutarken, sarılırken ( seni sevmiyorum ) .. o cümlenin üstünden atlamak mümkün müydü..

daha doğru.. daha iyi.. daha her neyse artık.. kadının tuzbuz olmuş kalbi bir müddet nefes aldırtmayacak o bedene.. ama son sözleri var..

eğer beni düşünerek kurduğun bir cümle varsa bugüne dair.. hiçbir cümle bu akşamki kadar üzmezdi.. hiçbir şey o cümleden sonra tuttuğun elimi affettirmezdi.. hiçbir kadın bu kadar gurursuz olmazdı o parkta.. ve hiçbir erkek bu kadar rahat yalan söyleyemezdi o yokuşta.. ben senin pişmanlığın kadar ağlarım eninde sonunda.. özlersen.. bil ki hala kokun boynumda..

ve siz ne bu kadını tanıyorsunuz.. ne de adamı..

0 yorum:

Yorum Gönder

 


. © 2008. Design by: Pocket