Pazartesi, Ağustos 10, 2009

yolu kara bir istikametteyim


Ana rahmi istikametinden geldim, toprak istikametine seyahat ediyorum. Dünya dinlenme tesisinde bilmiyorum ne kadar mola verdim, sürem dolmadan bir ihtiyacımı karşılamam lazım. Araç tutuyor beni, inmeliyim ivedilikle. Anti-em çok aldım iyiyim, midem bulanmıyor en azından. Bu benim yolculuğumun özeti, belki seninkinin de; ama bir de ömrü şehirlere, kalbi şarkılara bölünmüş bir kadın olarak yollarda geçirdiğim saati düşünürsek anlatacağım çok şey var.


Birçok il arasındaki mesafeyi kilometre ve saat bazında ezbere bilirim, il trafik kodlarını öğrendiğimde sekiz yaşındaydım. Bu benim hayatımı çok mu renkli yapıyor, ya da seninkini çok mu monoton bilemem ama okudukça satırların birinde “ben bunu biliyorum” diyeceksin. Çok canın sıkkınsa mutlu bile edebilir.


İstanbul – Antalya arası yollarda sinüzit oldum ben, camı açıp bulanan midemi durdurmaya çalışırken dışarı sarkarak. O yüzdendir daha sekiz yaşına gelmeden iki ameliyat geçirdim ama 11 saatlik o yol benim için hala ülkenin en sıkıcı güzergahı. Bilecik civarı hala virajlı, hala oradan geçerken herhangi bir şey okuyamıyorum, geri dönüp bakamıyorum arabada. Ankara – Antalya arası yaklaşık 550 km olmalı. Ankara – Antalya arası annemin yemeklerine, babamın kollarına giden güzergah olmalı. Bir Cuma sabahı koca bir yerleşkede canını sıkmayı başarabilen bir kızın otobüse atlayıp yatağına, Kepez’den inerken gördüğü şehrin sıcaklığına kavuşması. Kaleiçinde dostlarıyla içtiği bira, eski bir rock bar ve Pazar akşamı servis beklerken babasına belli etmeden döktüğü yaşları. O kız dört sene boyunca döktüğü yaşlarla o mahallenin caddelerini yıkadı. Sonra, İstanbul – Ankara yolu başladı. Duruma göre ortalama beş saat, yaklaşık 450 kilometre. Okul sonrası bir sırt çantası ve sevilene giden yol. Rahat bir seyir vaad eder size bu yol çünkü düzdür nerdeyse dümdüz. Bolu Kaynaşlı arasında kışın yolda kalmışlığı vardır herkesin en az bir kere, ve en az bir kere o otobüsten atlayıp dağ manzaralı mekanların birinde bir şeyler yemek istemişinizdir ama hiç olmamıştır. İçinizde kalmıştır.


Otobüste cam kenarı seversin. Kıvırıp bükemeyecek kadar uzun bacakların varsa koridor da tercihin olabilir. Burnunu cama dayamak bir fanteziden öteye gidemez eğer durmadan sarsılmaya dayanamıyorsan. Ben dayanamam. Ne burnumu, ne kafamı hiç cama dayamadım. Dışarı baktım ama hep. Yanımdakine bakmadım hiç, onun da dışarı baktığını bilirdim, göz göze gelmeye gerek yok. İlk dakikada bir müziğe teslim etmek lazım ruhunu lakin her an üçüncü sınıf bir dövüş filmi ya da Hababam Sınıfı serisi ile karşılaşabilirsiniz. Ondan da kötü bir ihtimalle “yolculuk nereye kızım” diye soran yandaki teyzeyle. Nereye gidebilirim ki teyze bu İstanbul – Ankara otobüsü. Haydan geldim huya gidiyorum demek istedim hep, demedim teyzeye saygımdan. Müziğin sesinin etrafı rahatsız edip etmediğini düşünmezdim eskiden, şimdi önemsiyorum. Sanırım büyüdüm. Gece yolculuğunda bile yapılan ikram başlar ardından. Sanki bilet parasını hak etmek için saat kaç olursa olsun bir şeyler yemek zorundayız. Bir de eskiden otobüslerde sigara bile içilirdi. Özellikle çift katlı otobüslerde alt kat dumanlı hava sahasıydı her daim. Hatırlarım bazen annem altta, ben üstte giderdik. Çift katlı otobüs deyince aklıma geldiği üzere insan üst katın en önünde oturmak ister hep ama orada bacakları sığdıracak yer yoktur, orası ters köşeye gol atmaktır, benim gibi 168 cm.lik bir kadını bile ters çevirip çarpmıştır.

Mola verirsin Afyon’da. Normal seyirde ilerlemişsen nerdeyse 40 dakika, acelen varsa 40 kişinin tuvaletini yapabilme süresi olan ortalama 15 dakika. En başta da dediğim üzere araç tutardı beni kış ortasında bile tişörtle atardım kendimi dışarı. Herkes sabaha karşı dörtte koşa koşa kaymaklı ekmek kadayıfı yemeye koşarken ben tuvaletlerin önünde donmamın keyfini sürerdim. Mola biter: İstanbul istikametinden gelip Antalya istikametine gitmekte olan bilmemne turizmin sayın yolcuları... Aracınızın mola süresi dolmuştur. Yerlerinizi almanız önemle rica olunur. Bu önemli ricayı 5 dakika falan geç yerine getirirseniz 45 çift göz size çevrilir. Kendinizi gerçekten kötü hissedersiniz.


Elbette en çok anlatılacak anı karayolu seyahatlerinden çıkar. Tuvaletini beğenmediğin benzin istasyonları, kamyoncu lokantaları, orda burada yenen yörelerin ünlü yemekleri – ki bu yemeklerin hepsi İstanbul’da bir köşede bulunur rahatlıkla – plakalarla oynanan tuhaf yol oyunları, sayılan kedi gözleri, kilometre tahminleri, arka koltukta uyuyan ailenin çocuğu, teypten gelen Barış Manço şarkıları, babanın kullanırken yaktığı sigara … sonu gelmez bir liste yapılır. Elbette herkesin hiç unutamadığı bir karayolu seyahati vardır. Trakya’dan geçenler Edirne – Havsa arasındaki kırmızı beyaz mezarın oradan geçerken kaza yapıp yanarak ölen yolcuların mezarı olduğunu bilir, Lüleburgaz’daki otoban bağlantısının Türkiye’nin en uzunlarından biri olduğunu duymuştur. Kuzeyden Antalya’ya geliyorsan Burdur üstünden gelmek Isparta’dan daha çok tercihindir. Ankara’dan güneye giderken Niğde civarı çok yeşildir, seversin, kendini İç Anadolu’da hissetmezsin. Finike’ye döne döne gidersin. Istanbul’a giderken körfezi dolaşmayı seversin, belki de herkes gibi Eskihisar – Topçular dersin. Ben körfezi sevenlerdenim. Trabzon – Hopa arası yol muhteşemdir. En güzelinden bir Karadeniz’dir. Uzungöl’e Çaykara’dan gidersin; kış ortasında gidersen belki yolda dünya değiştirirsin ama risk almaya değecek bir manzara karşılar seni. Bu ülkenin yollarını bir görün derim. Hep aynı yerde kalmayın, çıkın.


Bir de iki vagon arasında sigara içenlerin toplandığı, yemekli vagonda en güzel ciğerin yapıldığı trenlerimiz var. O trenlerin 36 saatlik İstanbul – Erzurum yolculukları var. Aynı güzergahı 1 saat 45 dakikada aldığın uçmak hali de var bunun yanında. İşte öyle zamanlarda şehirlerin birbirine ne kadar uzak ve yakın olabildiğini, aslında bu mesafe denen şeyin insanın içinden gelene göre izafi olabildiğini de ben o uzak şehirlerde öğrendim. Sizinle paylaşıyor olmam da mesleki bir gelenekten(öğretmen olmanın her daim öğreten olmayı gerektirmediğini biliyorum) J Benim size anlatacak o kadar çok yol hikayem var ki aslında! Ama anlatmak istemem siz kendinizinkileri düşünün diye. Kaç yolculuğunda camının yanına kadar gelen sevdiğin ya da sevdiklerin vardı el sallayıp çaktırmadan ağlayan. Hani ağlamamak lazım ya gideni üzmemek için, o hesap. Kimse yoksa yolcu eden, hissettiğin hüznü düşün, sonra da yıllar içinde buna ne kadar alıştığını. Belki de hiç alışamadığını. Birinin uğurlamasını mı tercih ettin, karşılanmayı mı, yoksa ikisini de yaşayacak kadar güldü mü hayat sana? Hangi yolculuğunu hiç unutamadın?


Not: Ne sorduysam bir üst paragrafta, hepsine verecek bir cevabım olduğundan. Vermiyorsam; gevezeliğe vurmamaktan, uzatmamaktan, dağıtmamak kaygısından. Çok merak ediyorsan haber ver bana, onu da yazarım elbet ama ağlamayacağına söz verirsen. Benim yollarım bitmez, sesim soluğum hayatta kesilmez, daha mola sürem dolmadı ilk başta bahsettiğim güzergah üstünde… sağdaki kedi gözlerini saymaktayım deli deli. Şimdilik birinci bölümde bir son….

4 yorum:

mahallenin delisi dedi ki...

öğretenim;
küçüktüm daha, küçüktüm dediğim 17 işte. babam tutuyor elimden, 800 küsür kilometre uzağa üniversiteye kayıda gidiyoruz. ben cam kenarındayım. önümüzdeki koltukta 2 abla. çaprazdaki koltukta da 1 çift. yolculuk biraz ilerleyince anladık ki, benim okulda son sınıfta okuyorlar. tabi babam gece yolculuğu boyunca yılış yılış olan genç çifti gördükçe huzursuzlanıyor, soğuk terler döküyor falan. gece bitiyor, yol bitiyor. sabahın erken bir saati iniyoruz otogara. bir çocuk elinde kocaman kırmızı gül demetiyle bekliyor. babam valizleri alırken bir bakıyorum, bizim önde oturan ablalardan biri sarılmış elemanın boynuna, güllerle kucaklaşıyor. babam onları görüyor, hafiften "cıkcık"lıyor. yanlarındaki yaşlı muavin amcalara okulu soruyor. kızlardan biri atlıyor lafa; 'biz de gidiyoruz gelin beraber gidelim diye', gidiyoruz.

hiç aklımdan çıkmıyor o sahne. bizim fakültedelermiş meğer. sonra arada bir kantinde neyim karşılaşıyoruz. hafiften selamlaşmalar. mezun olup gidiyorlar.

bu bir yolculuk anısı mı? bilmiyorum. bu bir yol anısı. beni bambaşka yerlere götüren yolun, rüyalarda bile görülemeyecek bir hayalin başlangıcı...

daha güzellerini sen anlat bana. söz, sen yaralarıma dokunmazsan ağlamayacağım. en azından ağlasam da söylemeyeceğim söz veriyorum. sen anlat bana molan bitmeden, uğurlanmayı mı tercih ettin, karşılanmayı mı?

Handan dedi ki...

Otobüse binip de koltuğuma iyice yerleşince hayat dışarıda kalır sanki... Zaman, önümden ağaçlar, evler arabalar olarak geçer, ben içerden seyrederim. Hayata küçük bir mola. Hele kulağımda müziğim de varsa. Bir de rahat yastığım.

Sonra ineeğim yere geldiğimde, yanımda oturan teyzenin sesi çınlar kulağımda: "Sen de amma uyudun ha!" :D

Güzeldir yolculuk etmek.

Adsız dedi ki...

hello... hapi blogging... have a nice day! just visiting here....

hikky dedi ki...

ilginc bi blogun varmis, okumasi zevkli, biraz daha detayli okumam lazim duzgun bi yorum yazabilmem icin. Ama Morrissey konusunda haklisin I knew I was next icin tam da dedigin yer :)

Yorum Gönder

 


. © 2008. Design by: Pocket